BEDENLENME VE CEHENNEM

Selam.

İnsanların çoğu dini konularda geçmişten gelen yanlış bilgilerle yetinmeye çalışıyorlar. Ve bu çoğunluğun din algısı, Kuran’ı anladığı bir dilde okumadığı halde başkalarının “inan ve yap” dediği şeylerden ibaret. Bazen söylenen şeyler kendilerine mantıksız gelse de, soru sormaktan korkuyorlar. Bazen bu soruların peşine düşüp gerçeği öğrenmeye çalışıyor. Ama maalesef insanların çoğu konfor alanını bozup gerçeğin peşine düşmüyor. Gelelim bu yazının asıl yazılış amacına.

Cehennem denilince çoğu insanın aklına gelen, oksijenli tepkimelerin sonucu oluşan kırmızı ve tonlarında somut bir ateş. Ahirette bulunduğuna inandıkları cehennemin üzerinde bir köprü olduğuna, Allah’a hesap verdikten sonra bu köprüden geçeceklerine, imtihanı geçenlerin köprünün karşı tarafındaki cennete, imtihanları geçemeyenlerin ise köprünün altında bulunan bu kırmızı ateşe düşeceklerine inanıyorlar. Buradaki sorun, insanların yandıkları cehennem ateşinin dünyadan uzakta olduğuna inanmaları. İşte bu büyük bir yanlış. Çoğu insanın cehennem algısını bir görselle ve bir videoyla özetleyeyim.

Google görsellere “cehennem ateşi” yazdığınızda çıkan pek çok görsel, maalesef insanların cehennem algısının birer yansıması. Oysa Kuran’a göre cehennem ateşi böyle bir ateş değil. Cehennem bir bilinç halidir. Kuran’da inkarcıların azaplandırıldığı “ateş”, bir metafordur. Peki metafor ne demektir?
Metafor: Bir şeyi başka şey ile benzetmeye, kıyaslamaya, anlatmaya yarayan mecazlar.

Kuran’da cehennemin ve çeşitli azapların “ateş” kelimesiyle sembolize edilerek anlatılmasının sebebi, ateşin taşıdığı özelliklerdir. Ateş, çeşitli amaçlarla kullandığımız pek çok maddeyi işlemede kullanılan en önemli araçtır. Özellikle toprak, metaller, altın yüksek sıcaklıklarla istenilen şekile ulaştırılır. Ayrıca ateş sterilize etme özelliğine sahiptir. Sterilize : bozulmasına yol açabilecek mikroorganizmalardan ve fermentlerden arındırılmış olan.

İşte tüm bu özelliklerin insan üzerine etkisini düşünürseniz, cehennem azaplarının neden “ateş” ile sembolize edildiğini anlarsınız. Ateşle birlikte insana şekil verilerek ulaşması istenilen bilince ulaştırılır. Ateş, insanı negatif özelliklerden arındırır. Eskiden insanlar gerçek altın ile hilelisini ayırtetmek için onu ateşe tutarlardı. İşte bu yüzden insan çeşitli imtihanlara yani ateşe tabi tutulur ve onun gerçek bir insan mı yoksa bir beşer mi olduğu anlaşılır. Dolayısıyla cehennem, bir bilinç halidir, esfele safilin yani aşağıların aşağısıdır. İnsan, dünyada bilinç evrimine cehennemden başlayarak çeşitli ateş imtihanları ile imtihan edilir. Cehennemde olan bir insanın tek bir bedende arınması ve üst bilince ulaşması elbette mümkün değildir. Bu konu vahiyde “yeniden diriliş” olarak anlatılıyor. Elbette sadece birkaç cümlede yazdığım tüm bu bilgilerin ayetlerle delillerinin getirilmesi gerekir, ilk bakılması gereken budur. Bu konular ve fazlası onlarca detayıyla, ayetlerden deliller getirilerek Hakikat Kitabı ve Hakikat Planı adlı kitaplarda anlatıldığı için, ben yalnızca bu kitaplarda ayetlerle anlatılanların ne kadar mantıklı olduğunu anlatmaya çalışacağım.

Şöyle bir gerçek var, cehennemin dünyada yaşandığını ve dünyada birçok bedende(50) yaşam sürdüğümüzü yani bedenlendiğimizi bilmeden Yüce Allah’ın yaratmış olduğu bu muazzam sistemin anlaşılması mümkün değildir. Hatta imkansızdır.

Ateşin şiddetinin çok olduğu zamanlar , insani değerlerin henüz oluşmadığı , ilkel bir şuurun ve zorluğun karşılığıdır . Fakat sekar içinde çağlar geliştikçe , insanların aydinlanmasıda o oranda artarak onların bilinç potansiyelleri yükselir . Böylece kolektif şekilde ateş etkisi azalır . Zaman ilerledikçe ve bilinç katları varlıklar tarafından geçildikçe, kötü olan negatif durumlar , var olmaya devam etse de iyiye doğru bir ilerleme gerçekleşir .

HAKİKAT KİTABI’NA YAPILAN ELEŞTİRİYE CEVAP 2

Selam.

Bu yazı, insanlara şunu diyerek başlamak istiyor: Bilgileri ilk çıktığı kaynağından öğrenmek en sağlıklı olandır. Kuran’ı kulaktan dolma bilgilerle tam anlamıyla öğrenemeyeceğiniz gibi, hakkında müspet veya menfi anlamda yazılar yazılan Hakikat Kitabı’nı, kitabın kendisini okumadan tam olarak anlayamayacaksınızdır.
“hepsi1arada1” isimli blog sitesinde Hakikat Kitabı hakkında eleştiri yazan kişiye sormak istediğimiz ilk soru; bu eleştiriyi yazarken takındığı tavrın ve bakış açısının aynısını, Kuran’ı okurken de takınıyor mu? Zira eleştiri boyunca sıkça takınılan tavır, yazarın bir cümlede neyi kastettiğini anlamaktan ziyade, yazarın kastetmediği şey üzerinden soru sormak oldu. Bu yazıyı okursa kendisinden ricamız, sorduğu sorulara verdiğimiz cevaplara ofansif bir tavırdan uzak muamele etmesidir.

Şimdi sırasıyla, önce sormuş olduğu soruları kendimizce toparladığımız bir cümleyle ifade edip ardından cevaplarımızı paylaşalım.

1.YAZARA GÖRE DÜNYA ÜZERİNDE BİLEBİLME VE DÜŞÜNEBİLME YETENEĞİNE SAHİP TEK CANLI “SADECE” İNSAN MIDIR ?
Arz üzerinde melekler, insanlar ve cinler bulunmaktadır. Yazar, “Dünya üzerinde bunu bilebilme ve üzerinde düşünebilme farkındalığına sahip tek canlı insandır” cümlesinde cinleri açık bir şekilde zikretmediği gibi melekleri de zikretmemiştir. Çünkü kitabı yazan kişinin bulunduğu varlık grubu “insanlar” olduğu için, onlara hitaben böyle bir cümle kurmuştur. Böyle ofansif bir tavrı “düşünebilme farkındalığına sahip canlı olan insanların” sergilemeyeceğini, cümlenin maksadını anlayacaklarını düşünmüştür.

“Yazar cinlerin de insan olduğunu düşünüyor mu?”
Hayır. Cinler,indiriliş sürecine kadar, İlahi Plan’ın görev kadrosunda, vahiy işleyişinin, haberleşme kadrosunda çalışan, semaya dokunabilen ve oradan bilgileri arz planına aktaran varlık grubudur. Fakat indirilme sürecinden sonra görevlerinden azledilmişlerdir.
Bu konunun bilgisi Cin 8-10 ve Şuara 212 ayetlerinde verilmiştir.
Hicr 27’de “Cânn’ın(cinler,İblis) semum’un ateşinden yaratıldığı” bildirilmiştir. İnsanlar ise, Hakikat Kitabı’nda ayetlerle birlikte anlatıldığı üzere “hameinmesnunsalsalin ve beşer” evrelerinden geçen varlık grubudur.

“Yoksa yazar cinlerin dünya üzerinde bulunmadığını mı düşünüyor?” sorusunu sormuşsunuz. Yazar, üst boyutlardaki görevlerinden azledilen cinlerin, cennetten dünya üzerine indirildiklerini, açık bir şekilde kitapta belirtmiştir. Yazınızda belirtmenize rağmen, bu soruları sorarak neyi ima ettiğinizi anlayamadık.

Cinler hakkında daha detaylı bilgiler için ikinci kitap olan Hakikat Planı’nı okumalısınız.

2.EVRENDEKİ EN HIZLI ŞEY DÜŞÜNCE HIZIDIR
“Biz bir şeyi dilediğimizde, onun hakkında söyleyeceğimiz söz, “ol” demekten ibarettir; o hemen oluverir.” Nahl 40. Ayet

Ayette “dilediğimizde” kelimesi vahiyde “biz” zamirinin karşılığıdır. Vahiyde “biz” olarak verilen varlık grubu Kitab’ın varisleridir. Bu varlıklar, vahiy içinde kendilerini “Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.(Enam 38) Ve muhakkak ki; biz, sadece biz hayat veririz. Ve biz öldürürüz. Ve varis olanlar da biziz. Andolsun ki; sizden evvelkileri biliyoruz. Ve andolsun ki; sonrakileri de biliyoruz. Ve muhakkak ki; senin Rabbin, O, onları huzurunda toplar. Muhakkak ki; O, Hâkim’dir, Âlim’dir.”(Hicr 23-25) cümleleriyle tanıtmışlardır.

“Bir şeyi dilediğimizde” bilgisindeki Kitab’ın varisleri, bir şeyi dilediklerinde “ol” derler ve hemen oluverir. Burada “dilemek” eylemine dikkat ederseniz, temelini “düşünmenin” oluşturduğunu görürsünüz. Bir şeyi düşünmeden o şeyi dilemek mümkün değildir. Dolayısıyla “Ol” komutunu oluşturan şey “düşüncedir”. Öyle bir düşünme hızı ki bu, ol diyor ve oluyor. Sizin paylaştığınız “nöral ileti hızı” somut bir değerdir ve ölçülebilirdir, düşünce hızı soyuttur ve onu ölçebilecek bir mekanizma arz üzerinde bulunmamaktadır.
İlk düşünce Rahman’ın düşüncesidir. Örneğin Rahman “Arzda Halife kılacağım” diyor, bu karar ancak bir düşüncenin sonucudur. Dolayısıyla evrendeki en hızlı şey düşüncedir. Rahman’ın dilediği şeye “Ol” deyip “hemen oluvereceği” kadar hızlı.

3. NUR ÜSTÜNE NUR NEDEN “C ÜZERİ C”DEĞİLDİR ?
Bu başlık altında Nur 35 ile ilgili yazmış olduklarınıza cevap vermeden önce bir hatırlatma yapmakta fayda var. Bu da Kuran’ın verdiği pek çok bilgiyi semboller üzerinden veriyor oluşudur. Ve bu semboller, müteşabih ayetler üzerinden verilmektedir. Nur 35 de bu ayetlerden birisidir. Bu ayetin tevili insanlara E=mc2 formülünü bildirmektedir. Merak edenler tevili buradan okuyabilirler.
Verilen tevili anlamanız için “semalar ve arz, nur, örnek, yıldız, mübarek ağaç, zeytinyağı, ateş, aydınlık, nur üzeri nur” kavramlarının birlikteliğini düşünmeniz gerekiyor. Sonra bu birlikteliğin hangi eşitliği verebileceğini düşünmeniz gerekiyor. Bu da bu kavramların “enerj, eşitlik, kütle, higgs bozonu, oksijen, ışık hızı” ile olan uyumudur.

Müteşabih ayetlerin tevillerinin kimler tarafından anlaşılabileceği Ali İmran 7’de “Kitap’ı sana indiren O’dur. Onun bir kısmı muhkem ayetlerdir, onlar Kitap’ın esasıdır ve diğerleri, müteşabih’tir. Fakat kalplerinde eğrilik bulunanlar, bu sebeple müteşabih olanlara tabi olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun tevilini yapmak isterler. Ve onun tevilini Allah’tan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sahipleri ise: “Biz O’na iman ettik, hepsi Rabbimizin katındandır” derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulûl’elbab (tezekkür edebilir).” şeklinde verilmiştir. Dolayısıyla sembolik olarak verilen ayetleri ululelbab(öz bilginin sahipleri) tezekkür edebilir.Müteşabih ayetlerin tevillerini kimlerin yapabileceği konusu başka ve uzun bir konudur.

-“Işık bir enerji değil, enerji türüdür” demişsiniz.
Öncelikle taksonomi, sınıflandırma pratiği ve bilimidir. Örneğin biyolojik taksonomileri incelerseniz, “tür” bu sınıflandırmanın en dar ve en alt kavramıdır. (Âlem-Şube-Sınıf-Takım-Aile-Cins-Tür)
Örneğin, “Etçiller” bu sınıflandırmada takımdır, “ev kedisi” ise bu takımın türlerindendir.
Sonuç olarak ışık bir enerji türüdür. Enerjinin türü olabilmesi için, “enerji” özelliğini taşıması gerekmektedir. Bu kadar basit bir önermeyi bile ıskalamışsınız.

Nur 35 ile ilgili Hakikat Kitabı’nda yazılan tevilde toplam 5 aşama bulunmakta, bunlar:
1. E              2. =             3. m            4. x           5. c²

c² aşaması bu işlemin son aşamasıdır. O aşamaya gelene kadar oluşan 4 aşamanın birleşmesi yani E=mx ifadesi ayetin verdiği bilginin kütle-enerji formülü olduğunu anlamamızı sağlıyor. Bunun böyle olduğunu kabul etmeyenler, ayetin ne anlama geldiğini, neyi anlattığını anlatmalıdırlar. Zira yazılanlar temeli sağlam olmayan bir eleştiriden ibaret olur.

– “Nurun alâ nur” ifadesi “ c x c “ ifadesine karşılık gelmektedir.
Zira “alâ” harfi ceri bağlamına göre pek çok anlama gelmektedir.“üzerine, eklemek, yanyana dizmek, -e ilaveten”bu anlamlardan bazılarıdır. “Nur üzerine nur” dediğimiz zaman, “üzerine” ifadesi Matematik’te kullandığımız “üssü” anlamında değil “-e ilaveten, yanına koymak” anlamındadır. Yani yazıda ifade ettiğiniz, “ayette nurun hızı(c) üstüne nurun hızı(c) denmiş olsaydı bu c kare şeklinde değil c üzeri c şeklinde ifade edilmesi gerekirdi.” önermesi yanlıştır. Dolasıyla “Nurun ala(üzerine) nur” ifadesinin karşılığı olarak c ile c yan yana dizilerek çarpılmış, bu yüzden cxc=c2 elde edilmiştir. Yani “alâ” harfi ceri ile bir sayının üssü alınmamış, yanına dizilerek çarpılmıştır. Bunun neticesindeki ifade, kısaca üslü sayı olarak yazılmıştır. Çünkü “üssü” anlamına gelen terim Arapça’da “üssü=اسي” ile ifade edilmektedir.

– “Nur ışık demek ışık hızı(c) demek değil” demişsiniz.
Nur ışıktır. Bir enerjiye ve hıza sahiptir. Işığın hızı da bir enerjidir. Yani nur’dur. Ayetin son kısmındaki “nurun” neye karşılık geldiğini anlamak için“nur” ifadesini tek başına düşünmek değil, “Işık\nur üzerine ışık\nur”birlikteliğini düşünmemiz gerekmektedir. Çünkü denklemin başında “Nur’un örnekliği” yani “NUR(E)=” ifadesi verilmiştir. Eşitliğin sağ tarafı sol tarafına eşit olmalıdır. Bu yüzden ya iki tarafa da aynı ifade yazılır yani “E=E” gibi, ya da E’ye eşit olan E’den başka bir ifade yazılır. Denklemin sağ tarafındaki nur ile sol tarafındaki nur aynı semboller olarak alınamaz. Çünkü denklemin sağ tarafı için ayette bizden istenen nur ile nuru yan yana dizmemizdir. İki nur’un yan yana dizildiği matematiksel ifadede nur, ışık hızına karşılık gelmektedir. Netice olarak ışığın hızı da nur\ışık\enerjidir. Fakat bu nur sol tarafta “Allah’ın Nur’unun örnekliği” olan E iken, sağ tarafta nur’un hızı olan c2’dir. Sonuç olarak ışık hızı da bir nur’dur.

4. “YAZAR, MUHAMMED AS’IN YAPTIĞI BİLİNÇ YOLCULUĞU BİLGİSİNİ YAZARKEN HADİS KÜLLİYATLARINDAN ETKİLENDİ” İDDİASI(!)
Hakikat Kitabı’nda, İsra 1 ve 60.ayetlerdeki olay “Muhammed as’a İlahi irade tarafından sistemin işleyişinin gösterildiği “bilinç yolculuğu” olarak anlatılmaktadır. Kitapta da yazdığı gibi, “Bir nefsin bu aşamalara gelebilmesi çok uzun zaman dilimlerinde hem fiziksel hem de bilinçsel olarak uygun hale getirilerek olabilmektedir. Ancak ve ancak buna hazır ve nazır olanlar bu yolculukları yine Yüce ALLAH’ın sistemi koyduğu yasa çerçevesinde deneyimleyebilirler. Bu bedenen yapılan bir şey değildir. Bir bilinç halidir.”

Hakikat Planı 63-65 sayfa aralıklarında bu konu hakkında yazılmış bilgileri paylaşalım.
“Sekar, son dönemine girmiş insanoğlu için, ateş işleyişinin “İlmel Yakin” bilgisidir. Bu sebeple İlahi plan, Sekar için vahiyde “Muhakkak ki o, en büyüklerden biridir.”(Müddessir 35) detayını vererek, onun varlıklara bildirilmiş en büyük delillerden biri olduğunu açıklamıştır. Bu malumat, diğer ayet bilgileriyle birleşince anlamı çok net ortaya çıkmaktadır. Çünkü Sekar Sistemi, Muhammed (as), bilinçsel olarak yükseltildiği vakit kendisine gösterilmiş ve vahiyde “Biz sana; “Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır” demiştik. Ve sana açıkça gösterdiğimiz o görüntüyü ve Kur’an’da lânet edilen ağacı da yalnız insanlara bir imtihan için yapmışızdır. Ve biz onları korkutuyoruz, fakat korkutmamız onların azgınlıklarını daha da artırmaktan başka bir katkı yapmıyor.”(İsra 60)  olarak karşılık bulmuştur.Onun yaşadığı bu tecrübe, ateş işleyişinin Aynel Yakin (ilimden öte, göz ile) olarak görülme hâlidir. Ayette Muhammed’e (as) gösterilen görüntü, “lanetlenmiş ağaç” olan zakkumdan (ilk bilinç katının en alt işleyişinin sembolü olan ağaçtan), Sidretü’l-Münteha’ya (son sınır ağacına) kadar, tüm varlıkların tabi olduğu 7 yolun (bilinç katının) karşılığıdır.

İlahi plan, Muhammed’in (as), bu sistemin işleyişini, sadece bir kez değil birçok kez gördüğü bilgisini, bir diğer ayette “And olsun onu, başka bir inişte daha gördü. Sidretü’l-Münteha’nın yanında. Cennetü’l-Me’vâ da onun yanındadır. O vakit kuşatıp sarıyordu Sidre’yi kuşatıp saran, göz ne kayıp şaştı ne azıp haddi aştı. And olsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü.”(Necm 13-18) olarak vermiştir.

Münteha kelimesi, Arapça nhw kökünden gelmektedir. “Bir şeyin son noktası” anlamındadır. Sidre ise “ağaç” anlamına gelmektedir.

“O vakit kuşatıp sarıyordu Sidre’yi kuşatıp saran” olarak verilmiş bilgi, varlıklar için yaratılmış 7 sema ve 7 arz katlarının kuşatılmasıdır. Nitekim bir önceki ayette “Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır.”(İsra 60) olarak verilen bilgiyle, O’nun bu sistemi kuşattığı malumatı açıklanmıştır.

Muhammed’e (as) gösterilen şey, bir önceki ayette “En büyüklerden biri.”(Müddessir 35) olarak açıklanan ve diğer ayette “Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü.”(Necm 18) bilgisiyle tamamlanan, O’nun insan üzerine yarattığı yedi yol ve arz planındaki Sekar sisteminin işleyişidir.”

 

Sidretül münteha, Meva cenneti, lanetli ağaç, Allah Resulü’ne gösterilen görüntü, Zakkum ağacı gibi pek çok ifade vahiyde kullanılmıştır. Bu ifadelerin bir kısmının ya da tamamının hadis kaynaklarında geçmesinden veya bu kavramlar üzerinden anlatılan çeşitli olayların rivayet edilmiş olmasından dolayı, yazarın hadis kaynaklarındaki “Miraç” olayından etkilenerek bu bilgileri paylaştığı iddianız gerçeği yansıtmamaktadır. Zira Allah Resulü’ne Sekar sisteminin gösterilmiş olduğu, Sekar’ın, Sidretül Münteha’nın, Zakkum Ağacı’nın gerçekte ne demek olduğu gibi konular hadis kaynaklarında Hakikat Kitabı’ndaki ifadeler gibi anlatılmamaktadır. Ve hadis kaynaklarında bu konu Kuran’a ters pek çok inanç içeriyor, örneğin “Allah Resulü’nün Musa as. ve Allah arasında gidip gelerek namazın rekat sayıları hususunda pazarlık yapması gibi”. Oysa Hakikat Kitabı’nda anlatılanların hadis kitaplarındaki uydurmalarla hiçbir alakası yoktur. Eğer böyle bir iddianız varsa, hadis külliyatında tıpkı Hakikat Kitabı’nda anlatıldığı şekilde Sekar tanımı (Simülasyon sistemi, Beyin üzerinden ne şekilde uygulandığı, hak boyutta yer alan kabirler, bedenlenme yasaları vb.), Sidretül Münteha, Zakkum Ağacı örnekliklerini getirmeniz gerekir. Zira paylaşmış olduğunuz “Buhari, Bedül Halk” bahsinin, Hakikat Kitabı’ndaki bilgilerle bir alakası bulunmamaktadır.

-İSRA 1’DEKİ “KULUN”, MUHAMMED AS. OLDUĞUNU NEYE GÖRE SÖYLÜYORUZ?
“Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren O (Allah) yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.”(İsra 1) ayetinde “kendisine ayetlerimizi göstermek için götürülen” kişinin hangi ayetleri gördüğü, İsra 60 ve Necm 13-18’de verilmiştir, yukarıda da paylaştığım gibi. Bu ayetlerdeki kişi de Muhammed as’dır. Zira İsra 1’deki “Mescid-i Haram” ve “ayet gösterilme” bilgisini birleştirdiğinizde, bunlarla vahiyde ilişkili olan kişi Muhammed as’dır. Musa as yaşadığı dönemde Mescid-i Haram’da ikamet etmediğine göre, İsra 1’deki bilgi onu kastetmemektedir.

-İSRA NE DEMEKTİR?
Yazarın, İsra 1’deki “esra” kelimesinin “yürütmek/götürmek” anlamında olmadığı gibi bir iddiası yoktur. Buradaki yolculuğun\yürüyüşün fiziksel\bedenen olan bir yolculuk olmadığını söylemektedir. Bu bir bilinç halidir. Bu bilinçsel yolculuğun karşılığı ise İsra 60’daki anlatımdır. (Yukarıda paylaştık).

5.YAZAR “AKIL KÖSTEKTİR” DİYOR MU?
Yazar kitaplarının hiçbir yerinde, “bilgiler akılla çelişse de kabul edilmesi gerektiğine gönderme” yapmamıştır. Aklı köstek olarak da nitelendirmemiştir. Kitap’ta “Akli köstekler sizi bir yere kadar götürür ve sınırlar.” İfadesi kullanılmıştır. Bu ifadeyi kullanmakla, “Akıl köstektir” ifadesini kullanmak arasında, düşünebilme farkındalığına sahip insanların anlayabileceği bir fark vardır. Akıl, Kuran’ı anlamada kullanılması gereken temel azalardandır. Aklını doğru kullanan bir kimse bilir ki, akıl bilgiyi anlamada ilk gereken azalardan olsa da, kişinin daha derin bilgilere ulaşmasında “tek başına” yeterli değildir. Kalp akılın üstünde yönetici aza olmalıdır. Bu “Onlar, arzda dolaşmadılar mı ki onların, onunla akıl ettikleri kalpleri ve onunla işittikleri kulakları olsun. Fakat baş gözleri kör olmaz. Lâkin sinelerdeki kalpler kör olur. (Hacc 46)” ayetinde verilmiştir. Nedeni ise kalp, Yüce Allah’ın insana ulaştığı odak noktasıdır. İlahi plan, bu bilgiyi “Kim Allah’a iman ederse, onun kalbine ulaşır. (Teğabun 11)” ve “Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve muhakkak sizin O’na haşrolunacağınızı bilin. (Enfal 24)” olarak verilmiştir. Bu bilgiler Hakikat Planı içinde detaylı şekilde açıklanmıştır.

Netice olarak akıl kişiyi bir yere kadar götürür ve yalnızca aklı kullanmak başka bilgilere ulaşmada, okuduklarını, gördüklerini anlama konusunda kişiyi sınırlar. İşte bu sınırlama akli kösteklerin neticesidir. Ne zamanki kişi kalbini bilir, bulur ve kullanmaya başlar, işte o zaman Allah’ın sesi daha net duyulur. Ve insan o ses ile doğru olan üzerine ilerlemeye başlar. Bu yüzden kalbin ile akıl et, kalbin ile gör ve duy demektedir vahiy.

Ayrıca “Akıl olmadan iman olmaz. Olursa adı gerçek iman değildir. Bu sebeple öncelikle akıl temeli üzerine kurulu yaşayış insan için temel gerekliliktir. Bundan uzak olunduğu vakit her dinde var olan ruhban sınıfı yaşamı yönlendirmeye başlar.”(HK:685) cümlelerini yazan bir yazarın aklı engel olarak görmesi mümkün müdür?

6.ARŞ KATININ 19.BOYUT OLDUĞUNUN DELİLİ NEDİR?

“Hayır… Hayır… “Ebrar”ın kaydı kesinlikle Illıyyîn’dedir. Illıyyîn’in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlandırılmış bir kitaptır!” Mutaffifin 18-21. Ayetler

“Hayır… Hayır… “Ebrar”ın kaydı kesinlikle Illıyyîn’dedir” Mutaffifin 18. Ayet

Orijinal metinde “ebrar” olarak kullanılmış olan kelime, iyiye güzele ait düşünce ve amellerdir. Bir diğer manada âlemdeki pozitif olan her şey bu kelimenin karşılığıdır. Yapılan ve yapılmış olan her pozitif düşünce ve eylemlerin (sevab, salih amel) kaydı Illıyyîn’dedir. Illıyyîn kelime kökü olarak “uluvv”dan gelmektedir. En yüksek/şerefli nokta anlamına gelmektedir. Bu kavram mekân olarak ifade edilen bir yer değildir. Çünkü noktayı şerefli kılan, boyutsal farklılığıdır. Farkındalık olarak üst boyutta bulunmasından dolayı, en şerefli nokta olarak bilgisi verilmiştir. Bilginin 18. Ayette verilmesinin nedeni Illıyyîn’in boyut bilgisinin “18” olmasından dolayıdır. 18. boyutta yer alan Illıyyîn, “nefslerin doğru yola ulaşmaları için arş katından(19.boyut) Yüce ALLAH’ın hidayet ve takvasını âleme yansıtmakla görevli sistemdir”.Bu görevi veren bilgiyi aşağıda paylaşacağız. Madde ve mana âlemi sınırı 18. boyuttur.

En yüksek nokta, arş katı olan Rahman katıdır. Bu, kat olarak “19.” kattır. Bütün iş ve oluşlar arş katı olan 19. boyuttan 18. boyuta yansır, buradan tüm âleme dağıtılır.

18.boyutun ne olduğu bilgisini veren bir başka ayeti paylaşalım.

“Muhakkak o değerli bir elçinin sözüdür. Arşın sahibi O yücenin indinde büyük şeref ve kuvvet sahibidir. Sözü dinlenir ve güvenilirdir.” Tekvir 19-21. Ayetler

Ayetlerde elçi olarak bilgisi verilen, 18 boyutta yer alan Illıyyîn’dir. Öncelikle bu boyutun, arş katındaki değerini ve önemi vurgulanmıştır. “Arşın sahibi O yücenin indinde büyük şeref ve kuvvet sahibidir” cümlesinin orijinal metininde kullanılan “inde” “indinde” kelimesi, huzurunda ve gözetiminde anlamındadır. Bu, çok önemli bir detaydır. Çünkü arş katı olan 19. boyutun “yanında” olarak ifade edilebilecek mekânsal durum yoktur. Bu yüzden, gözetiminde ve huzurunda kelimeleri doğru karşılıktır. Ve arş sahibi O yücenin gözetiminde yansıtılan iş ve oluşlardan ötürü, güç ve kuvvet sahibidir. Bundan dolayı söz/vahiy/kelam dinlenir. Çünkü arş katından görevlidir ve güvenilirdir. Aslında söz/vahiy/kelam Yüce ALLAH’ın sözüdür. Tüm tevhid bilincine erişmiş varlıklar bunu bilir. Mesajı kimin getirdiği önemli değildir. Önemli olan mesajın içeriğidir.
(19 sayısının bilgisi için Hakikat Kitabı 494-508 sayfa aralıklarını tekrar okuyabilirsiniz.)

Son olarak arş katının 19.boyut olduğuna işaret eden bir başka ayeti yazalım.

Onun üzerindedir on dokuz. Müddessir 30

Sekar Sistemi için “Onun üzerindedir 19” olarak verilmiş bilgi, Sekar sisteminin üstündeki Yüce ALLAH’ın “Birliğidir.” Bu birlik, İlahi sistem adına hizmet eden görevlileride barındırır.19 sayısı, Yüce ALLAH’ın âlem üzerindeki iradesini bildiren imzadır.
19 sayısı asal bir sayıdır. Asal sayılar kendilerine ve bir’den başka sayıya bölünemezler. On dokuz sayısını oluşturan sayıların mutlak değerlerinin toplamı bir’dir. (19=1+9=10=1+0=1)
Yüce ALLAH’ın isimlerinden “El-Vahid” esmasının ebced değeri de 19’dur. Yine aynı ismin manası “Bir”dir.

Vahid = Bir = 19 = 1
19 sayısı O’nun âleme mührüdür. Hakikat Kitabı’nda 543-691 sayfa aralıklarında 19 kodu ile arz üzerinde görev yapan meleklerin kimler olduğu verilmiştir. Arş katı 19.boyut olduğu için, arz üzerinde tevhid bilinciyle görev yapan melekler de 19 sayısını taşımaktadırlar.

7.KURAN’DA SİCCİN’İ TARIK’A BAĞLAYAN DELİL NEDİR?
Siccin bilgisi, vahiy içerisinde “Doğrusu, füccar’ın kayıtları Siccin’dedir. Siccin nedir, bilir misin? Rakamlandırılmış bir kitaptır o.”(Mutaffifin 7-9) detaylarıyla verilmiştir.

Siccin kelimesi, Arapça sicn kökünden gelmektedir. “Hapishane, en sağlam ve en iyi korunan hane” anlamındadır.

Ayetin orijinalinde verilen “füccâr” kelimesi, Kur’an dilinde, Rahman’ın insanı yarattığı fıtrat dışında ilerleyen varlıklar ve menfi kavramlar için kullanılır. Bu yüzden “dualite evreninde” negatif olarak adlandırabileceğimiz her kavram, söz ve davranış, bu kelime içerisinde değerlendirilir.

Siccin, varlıkların yaşamları boyunca füccâra (kötüye) ait ne varsa, onların “rakamlandırılmış” olarak kayıtlarının tutulduğu sistemdir. Ayetin orijinal metninde bildirilen “merkûmun” “rakamlandırılmış” kelimesi, bazı meallerde verilmemiştir. Ama bu detay, yine çok önemli bir bilgiyi içermektedir. Çünkü “rakamlandırılmış” tasviri, bir yazının ötesinde, varlığın kendisine uygulanan imtihan sonucunda, yine kendisine dönen bir not “frekans” olması sebebiyle verilmiştir.

Varlıkların imtihan programı içinde yaptığı veya yapamadığı her şey, frekanslarını yükseltir veya düşürür. Titreşim/frekans kavramları da belirli bir matematiğe dâhildir. Bu yüzden “rakamlandırılmış bir kitaptır (kayıttır)” malumatı bildirilmiştir.

Buraya kadar verilmiş bilgileri anladıysanız, şimdi Siccin ile Tarık’ın nasıl bağlantılı olduğuna bakalım.

İlahi plan, Siccin’in arzda mekânsal olarak neresi olduğu detayını “Semaya ve Tarık’a and olsun; Tarık’ın ne olduğunu bilir misin? Parlak yıldızdır. Bütün nefislerin üzerinde mutlaka hafız vardır.”(Tarık 1-4) ayetlerinde açıklamıştır.

Konunun iyi kavranabilmesi için, Yüce Allah’ın “El-Hâfız” esmasını iyi bilmek gerekmektedir. Bu esmanın sistemdeki görevi, her şeyi muhafaza edip koruma altına almaktır. Yalnız çok önemli bir detayla. Bu detay da kayıt altına alınan bütün işlerin, zıtlarıyla birlikte alınmasıdır. Bunlar, madde evrendeki, bütün zıtlıkları kapsamaktadır.Örnek verirsek, pozitif-negatif, iyi-kötü, sevap-günah, doğru-yanlış, görünen-gizlenen, güzel-çirkin vb. bütün zıtlıkları, incelikleriyle kayıt altına alan ve koruyandır. Nitekim Tarık yıldızının bilgisinin verildiği ayette “bütün nefslerin üzerinde mutlaka hafız (denetleyici/koruyucu) vardır” detayı, Tarık’ın bu sistemdeki görevini açıklamaktadır.

Siccin ve Tarık Yıldızı Bağlantısı

Tarık yıldızı, Venüs gezegenidir. Venüs bir gezegendir ama ayette yıldız olarak bildirilmiştir. Çünkü arz planı üzerinde görevli bir “yansıtıcı odak” olduğu için “yıldız” ayrıntısıyla verilmiştir.
Yansıtıcı odak: Berzah planından gelen, emir, iş ve oluşların, arzlara (dünyalara) iletilmesinde kullanılan, yıldızlar(güneşler), gezegenler ve ay’lardır.

Tarık, semaya baktığınız vakit Güneş ve Ay’dan sonra gelen en parlak gökcismi olan Venüs’tür. Ayrıca, varlığın arzda imtihanda olduğu sürece verdiği menfi tepkilerin, kayıt altına alındığı ve rakamlandırıldığı Siccin’in, dünya gezegenindeki yansıtıcı odağıdır.

Siccin, Vesvese Kodu Bağlantısı

Latincede Venüs gezegenin ismi “lucifer”dir. Lucifer, şeytanın diğer adlarından biridir. Olayın ironik gibi görünen tarafı, ışık getiren anlamına gelen Venüs’ün, aynı zamanda lucifer yani şeytan adıyla anılmasıdır.

Buraya kadar verilmiş olan bilgilerden anlaşılması gerektiği üzere “yansıtıcı odak” kavramı kilit kavramlardan birisidir. Venüs gezegeni, üst boyutlarda kayıt görevi yapan Siccin’in arz üzerindeki(madde evrendeki) yansıtıcı odağıdır. Bu demektir ki, “Siccin” ile “Venüs-Tarık” kavramları birbirinin aynı değil, bağlantılı kavramlardır.

Bu açıklamaları dikkate alarak, kitaptan alıntıladığınız şu kısmı tekrar okuyunuz. Zira cümlede Venüs’ün Siccin’in kendisi olduğunu değil, Siccin’den gelenleri yansıtmakla görevli olduğunu göreceksiniz. Bu görevli sistemlerin farkı Venüs’ün madde evrende, Siccin’in ise Hak boyutta yer alıyor olmasıdır.

“Tarık, gökyüzüne baktığımız vakit, Güneş ve Aydan sonra gelen en parlak gök cismi olan Venüstür. Ayrıca, negatif bilinç imtihanlarının yansıtıldığı, kayıt altına alındığı ve  .” Hakikat Kitabı

Neden Venüs İlliyyun olmuyor diye sormuşsunuz?
Venüs, yukarıda da zikrettiğimiz gibi Tarık 1-4’te verilen “parlak yıldız” ile uyumludur. Ve Kuran, Tarık’ı tanımlarken “bütün nefislerin üzerinde hafız” olduğunu belirtiyor. “Bütün nefisler” ifadesine dikkat ediniz. Bütün nefislerin bilinç evrimine başladığı hal “esfele safilin”dir. Bu yüzden bu nefislerin kayıtları İlliyyun’da değil, Siccin’de tutulur. Varlık ne zamanki “gerçek mümin” derecesine ulaşır, o zaman kayıtları Siccin’den alınıp İlliyyun’a geçirilir. Çünkü İlliyyun, Ebrar’ın kaydının tutulduğu Kitap’tır.

Bunun yanında hatırlatmak istediğimiz bir diğer konu, Allah’ın “Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler.” Ayetidir. Bunu hatırlatmamızın sebebi, “Delil ne? Kuran dışı ve bilimsel olmayan kaynaklar mı?” ifadesini kullanmanızdan kaynaklanıyor. Allah’ın Kuran’ın yanında ve onu destekleyen, göklerde, yerde ve insanın kendisinde olan milyarlarca ayeti vardır. Dolayısıyla Venüs’ün fiziksel özelliklerini bilimsel olan kaynaklardan sunup, bu yıldızın Siccin’le bağlantılı olduğunun söylenmesi, vahye ters bir eylem değildir.

Şahsım adına Venüs’ün Güneş sistemindeki bütün gezegenlerin tersi istikametinde dönmesi, en yoğun atmosfere ve en sıcak yüzeye sahip olması, hangi kutbu temsil ettiğini gösteren büyük bir delildir. İnsan durup bir düşünüyor, acaba neden diğerlerinden bu kadar farklı diye. “Ters dönmek” ve Güneş’ten sonra “en sıcak“ olmak. Bunlar insanın aklına şeytanı getiriyor ve zaten “Lucifer\şeytan” anlamına geliyor Venüs. Bu kadar durumun üstüste gelmesi tesadüf mü sizce? Bu bile tek başına Venüs’ün füccar ile dolayısıyla Siccin’le ne kadar muazzam bir bağlantı içerisinde olduğuna delildir. Bunca açıklamadan sonra inanıp inanmamak size kalmıştır.

 

8.GÖK KATLARI VE ESFELE SAFİLİN

-Cennetler neden Mars gezegeninden başlamıyor? sorunuza gelelim.
Mars gezegeni daha önceki döngülerde bilinç evrimi geçiren varlıklar için kullanılmış bir varlık sahasıdır. Tıpkı Dünya gibi. Sonrasında oradaki yaşam sonlandırılmıştır. Bu yüzden cennet boyutu değildir.
Sonuç olarak bu bir bilgidir. Düşünür ve isterseniz bir şey alır ya da almazsınız. Eğer adil bir insansanız bu akıl yürütme tekniğini her konuda uygulamanız gerekir, yani amacınız öğrenmekse. Sormuş olduğunuz soruların benzerlerini biz de size soralım, örneğin Kuran ayetlerinde neden meleklerin ikişer, üçer, dörder kanatlı olduğunu söylüyor da buna beşten, altıdan başlamıyor? Ya da neden O gün için arşı sekiz taşır diyor, dokuz on taşır demiyor? Ya da neden melekler ve Ruh suresi 50.000 yıl olan bir günde yükseliyor da 60.000 yılda değil. Gibi. Eğer sorduğunuz soru tarzını Kuran’a da uyguluyor ve buna göre ayetlere inanıp inanmayacağınıza karar veriyorsanız, ancak o şekilde kendinizle çelişmemiş olursunuz.

– Şimdi ise “safilin” kelimesinin, nasıl “aşağı+aşağı” ifadesine karşılık geldiğini açıklayacağız.

Hakikat Kitabı’nda taslak olarak bilgisi verilen ve Hakikat Planı’nda detaylandırılan üç sema katının her birinin içerisinde pek çok basamak vardır.

1.sema katı yani 1.aşama 8 basamağa sahiptir.
2.sema katı yani 2.aşama 8 basamağa sahiptir.
3.sema katı, 3.aşamanın 1-6 basamakları ile bağlantılıdır. Bu bilgiler için Hakikat Planını okumanızı tavsiye ederiz.

Bu basamakların her birinin içerisinde çeşitli dereceler vardır. Cehennem ise 1.sema katının en alt işleyişidir. Yani esfelesafilindir. Âdemoğulları “ahseni takvim” olarak yaratılmıştır. Ve “esfelesafilin” olan “cehennem boyutuna” “ilk gök katının en alt işleyişine” indirilmişlerdir.

Şimdi gelelim,
“Aşağı +  Aşağı = Aşağılar” ifadesinin detaylarına. Bu ifadede yer alan her bir “aşağı” ifadesi, bir gök katına karşılık gelmektedir. Gök katları ise yukarıda da belirttiğimiz gibi pek çok basamak içerir. Her alt basamak, üst basamağa göre aşağısıdır. Bu yüzden çok fazla “aşağı” vardır her bir gök katı içerisinde. Sonuç olarak değişmeyen şey Ademoğullarının cehenneme indirildiğidir. Kitaplarda verilen ise genel bir bilgidir. Önemli olan bu varlıkların nereye indirildiğidir. Yani “aşağılar” ifadesine hangi sayıyı verirseniz verin sonuç olarak Ademoğulları 3 gök katı indirilmiş ve “Rabbinin:”Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan tümüyle dolduracağım”sözü tamamlanıp gerçekleşmiştir. Hud 119

– “Safilin kelimesi spesifik\belirli iki kattan bahsediyor olsa “esfeles safilin” denilmesi beklenirdi” iddiasında bulunmuşsunuz.
“Esfelesafilin” Arapça’da “isim tamlamasına”(izafet terkibi) karşılık gelmektedir. İsim tamlaması iki unsurdan oluşur. Bunlar muzaaf-muzaafunileyhtir.
(Tamlanan)Muzaaf = Esfele
(Tamlayan)Muzaafunileyh = Safilin
Safilin kelimesinin elif-lam takısını alması onu belirli yapar. Fakat elif-lam almaması, kelimenin belirsiz olduğunu iddia etmek için tek başına yeterli değildir. Ayrıca kelimenin belirli-belirsiz oluşu, Ademoğulları’nın cehenneme indirildiğini, her gök katının içinde bir çok “aşağı” bulunduğunu, esfelesafilinin cehenneme karşılık geldiğini değiştirmez.
Eğer siz sırf elim-lam almadı diye, safilin kelimesi 2 gök katına karşılık gelemez derseniz, ben de derim ki Arapça’da alem isimler başına elif-lam almasalar dahi belirli olarak kabul edilirler. Safilin de alem\özel bir isimdir, çünkü belirli ve özel bir bilinç haline karşılık gelmektedir.
Böyle ispatlarla mı ispatlayacağız argümanlarımızı? Bir isim belirli olmuş, belirsiz olmuş, kişi verilen mesajı anlamadığı sürece ne önemi var?

 

9.BAŞLIK ALTINDAKİ SORULARA GEÇELİM.
8.1) “7 milyar insan hangi bin yıllık döngüde yaşadı?” sorusunun cevabını paylaşalım.

Bu sorunun cevabını anlayabilmeniz için bazı temel konular hakkında bilgi sahibi olmanız gereklidir.  Bunun için Hakikat Planını okumanızı tavsiye ederim. Soru ile ilgili bize Emrah Bey tarafından çok daha önce verilmiş kısa bir bilgiyi paylaşıyorum sizinle;

Arz boyutlarında iki ana evrim planı uygulanmaktadır. Bunlar hücresel evrim planı (7 kat arz) ve bilinç evrim planıdır (7 kat sema). Bir varlığı tek atomdan alıp bilinç evrim planına ulaştıran programın adı “kaynak kodu programıdır.” Eğer varlık hücresel evrim planını tamamlar ve bilinç evrim basamağına ulaşırsa o varlığın Araf’ta bir bedeni yaratılır ve döngüye o beden ile kodlanır. Eğer varlık, işleyen bir döngü içinde bilinç evrim basamağına ulaşırsa, kendisi ile bedeni o süreçte eşleştirilmeden direkt bilinç evrim planına geçer. Bu uygulama ile onların deneyim sahibi kılınması sağlanır. Maalesef bu varlıklar ilk döngülerinde başarılı olamazlar. Din günü sonucunda ise onlar kendileri için yaratılmış beden ile eşleştirilir ve değerlendirilmeye tabi tutulmadan tekrar yeni bir döngüye o beden ile kodlanır.

Vahiyde bilinç evrimine tabi olan her varlığın takdim ettiklerinin ne şekilde değerlendirileceği yasası Enbiya Suresi 47. Ayette “Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı tartılar koyarız da artık, hiç bir nefis hiç bir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (tartıya) getiririz. Hesap görücüler olarak biz yeteriz.” detayıyla tafsil edilmiştir. Araf Suresi 8. Ayette de “O gün tartı haktır. Kimin tartıları ağır basarsa, işte kurtulanlar onlardır.” bilgisi verilerek, tartının hak olduğu açıklanmıştır. Fakat Kehf Suresi 103-105. ayetlerde ise “De ki: “Size, yaptıklarından dolayı en çok kayba uğrayanları haber verelim mi?” “Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar.” İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Artık onların yapıp ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız.” bilgisi verilerek, tartının bazı varlık grupları için tutulmayacağı malumatı tafsil edilmiştir.

İşte burada tanımlanan varlıklar, herhangi bir döngüye başından itibaren kodlanmayan hücresel evrimden bilinç evrimine geçtikten sonra direkt bir döngüye Araf boyutunda beden ile eşleştirilmeden kodlanan varlıklardır. Bu kategoride yer alan varlıklar, örneğin döngünün ortalarında veya sonlarında ilk bilinç halinin en alt işleyişi olan cehennem şuurundan bilinç evrimine başlarlar. Çünkü yolun başındadırlar ve hak boyutta bedenleri olmadığı için yaşadıkları uygulama, deneme sürümü olması sebebiyle değerlendirmeye tabi olmazlar.

Daha öznel bir örnek verecek olursak varlık, hücresel evrim planın 7. basamağını, bilinç evrim döngüsünün 45000. yılında bitirdi. Geri kalan 5000 yılda deneme sürümüne tabi olarak varlık, bilinç evrim planına alınır. Fakat bu süreçte hak boyutta bedene sahip olmaz. 5000 yıllık süreçte başarılı olamayacağı için ve varlığın bilinç evrim frekansı en alt katmanda olduğu için arzda kötülükle yol alarak hayvandan daha şaşkın bir halde ilerler. Bu sebeple din gününde o varlık, beden ile eşleştirildikten sonra, kendisine tartı tutulmadan ilk tam 50.000 yıllık döngüsüne başlar. Bu sebeple İlahi plan vahiy içerisinde “Yemin olsun ki biz, insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yarattık. Kalpleri var bunların, onlarla anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. Davarlar gibidir bunlar. Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta kendileridir bunlar.” ayetini vererek, bu varlıkların malumatını detaylandırmıştır. Arzlarda ve doğal olarak yaşadığımız dünyada nüfusun artmasının sebebi de budur.

8.2: “YEVMEİZİN” KELİMESİNE İZİN GÜNÜ OLARAK ÇEVİRMEK “ANLAM” ÇARPITMAK MIDIR?
Bu maddedeki sorunun cevabını bir örnek üzerinden açıklayalım.
Arapça’da kelimelerin orijinal halleri genelde tenvinsiz olarak telaffuz edilir. Örneğin, Arapça “yevm(gün)” kelimesini ele alalım. Bu kelime cümlede bulunduğu hale göre tenvinalabilir, bazen almayabilir de. Kuran’da ikisinin de örneği vardır. Tenvin aldığında “yevmen,yevmün,yevmin” olarak okunur. Tenvinsiz olarakise “yevm” şeklinde okunur. Hangi durumda gelirse gelsin bu kelimenin pür hali “yevm” olarak telaffuz edilir. Yani sonundaki tenvin okunmaz.
Fakat yevmeizin “يَوْمَئِذٍ” kelimesinin sonunda bulunan iki esre(tenvin) okunmadığı sürece tek başına bulunduğu anlamı veremez, yani kelime “yevmeiz” olarak okunduğunda “o gün, izin günü” anlamlarına gelmez. Bu kelimenin tenvinsiz okunamamasının sebebi, oradaki tenvinin aslında düşmüş olan 2 kelimeye karşılık gelmesinden kaynaklanır, bu başka konudur.
Kelimenin sonunun, Arapça’da “izin” “إذن” kelimesi ile aynı telaffuzda olma zorunluluğunun bir hikmeti vardır. Sonunda açık bir şekilde yazılmış “nun” harfi olmasa bile, “yevmeizin” kelimesinin sonu “nun” ile telaffuz edilir. Kişi bunu ister “izin günü” olarak çevirsin, ister bu çeviriyi kabul etmeyip “o gün” olarak çevirsin. İki şekilde de herhangi bir anlam çarpıtması söz konusu değildir. Zira bu kelimeyi “o gün” olarak çevirseniz bile, ahiret gününün “izin günü” olduğu gerçeği değişmeyecektir. Kişi görmek istiyorsa “yevmeizin” kelimesinden de o günün “izin günü” olduğunu görür, eğer çeviriyi “izin günü” şeklinde kabul etmiyorsa, bu bilgiye başka ayetlerden de ulaşıldığını söylememiz gerekir. Neden izin günü denildiği Hakikat Kitabı “Fiziksel Kıyamet,Yeryüzü Değişimleri” kısmında uzun uzun yazıldığı için burada uzun uzun açıklamayağız.
Kısaca o gün (din günü), bilinç evrim planı içinde yer alan bedenlenme uygulamaları, imtihan uygulamaları tatbik edilmeyecektir. Çünkü yaşanılan kıyamet, varlık sahasındaki bilinç evriminin o döngü için bittiği ve nefslerin gidecekleri boyutlara göre ayırımlarının yapıldığı gündür. Bu yüzden din günü aynı zamanda “izin günü”dür.

8.3: BEAS, “TEKRAR” DİRİLTİLMEK Mİ, DİRİLTİLMEK Mİ?

Sözlüğe baktık, “Beas” kelimesinin “yeniden ortaya çıkarmak, ölümden sonra diriltmek” anlamlarına geldiğini gördük. Ölmek için yaşamış olmak gerektiğini ve buna hangi ayetlerin delil getirildiğini Hakikat Kitabı’nda okumuşsunuzdur. Dilerseniz kelimenin “yeniden canlandırmak” anlamına “Mektep Yayınları, Kadir Güneş, Arapça-Türkçe Sözlük” kitabından bakabilirsiniz. Bir şeyi çok kişinin söylüyor olması bizler için önemli değil fakat “kahir ekseriyete” önem verdiğiniz için onlarca meali karşılaştırdık, neredeyse yarısının bu kelimeyi “yeniden diriltmek” olarak çevirdiğini gördük.
Ayrıca bir şeyin 1’den fazla yapılması, o şeyin “yeniden yeniden” yapıldığı anlamına gelir. Kuran’da insanların dirilişi tek diriliş olarak anlatılmadığı için kelimenin başına “yeniden” ifadesinin yazılmasında hiçbir sözlük ve mantık hatası yoktur.

10.CELALEDDİN RUMİ’NİN TAKDİM BİLGİSİ VE MELEK OLUŞU

Hakikat Kitabı’nda onlarca melek bilgisi isim olarak, doğum-ölüm tarihleri üzerinden verilmiştir. Ve bu meleklerin arza ve insanlara katkısı açıklanmıştır. Paylaşılan vazifeliler, kendilerine verilen görevleri yerine getirmişlerdir. Önemli olan İlahi planın o kul üzerinden vermek istediği risaleti anlamaktır. Eğer sizler ezeli hikmetin binlerce yıldır arzda yapmaya çalıştığı şeyi idrak etmeye başladıysanız, görevlerin özünde yatan mesajları da çok net görmeye başlarsınız.

Bazı görevliler görevleri sırasında kendilerine verilen ilmin dışında fikir ve amel işlemişlerdir. Bunun sebebi, beden hevasının her varlık için mücadele etmesi gereken bir hal olmasıdır. Bu sebepledir ki kitabın varisçileri olan bazı İlahi plan görevlilerinin de, görevler dışındaki konularda fikir ve zikirde bulunmaları sırasında nefsanî (beden, toprak) etkilere maruz kalmışlardır.

Şu iyi bilinmelidir ki eksiksiz olan sadece O’dur. O’nun dışında olan her yaratılmış şeyde, hata ve kusur olabilir. Nitekim bu durum, vahiy içinde “Kitap’ın varisleri” konusu için yani Celaleddin Rumi ve onun gibi binlerce melek için, “Sonra kullarımızdan seçtiklerimizi Kitap’a varis kıldık. Böylece onlardan bir kısmı nefsine zulmedicidir, onlardan bir kısmı muktesittir. Onlardan bir kısmı da Allah’ın izniyle hayırlarda yarışanlardır. İşte o ki o, büyük fazldır. Adn cennetleri “onlarındır”. Oraya girerler; orada altın bilezikler ve inciler takınırlar. Orada giysileri de ipektir.”(Fatır 32-33) detaylarıyla verilerek, vazifelilerin kendilerine verilen risalet dışındaki düşünce ve davranışlarının “3” sınıfa ayrıldığı açıklanmıştır.

Kitap’ın Varisleri, İlahi hiyerarşi içinde, görev planında yer alan, her tür varlık grubudur. Kitapta bilgisi verilmiş görevliler, kapalı şuur ile arza gönderilmiş vazifelilerdir. Fatır 32-33 ise Sekar sistemi içinde yer alan tüm görevlilerin takdim bilgisini vermektedir. Bu yüzden sadece, arz üzerinde görev yapan vazifelilerin bilgisi değildir. Bu sınıflandırmada ortak olan tek şey, kendilerine verilen vazifenin yerine getirilmesi ve her ne takdim ederlerse etsinler dönüş yerlerinin Adn cennetleri olmasıdır.

Kitap’ın Varisleri Takdim Bilgisi
1. Nefsine Zulmediciler
2. Muktesitler
3. Hayırda yarışanlar

Nefsine Zulmediciler

İlahi plan, bir varlığın nefsine zulmetme tasvirini “Ayetlerimizi yalanlayan kavmin hâli ne kötü. Ve “onlar” nefslerine zulmetmiş oldular.”(Araf 177) ayetinde açıklamıştır.

Nefsine zulmedici olarak bilgisi verilen “Kitap’ın varisleri”, verilen risalet dışındaki fikir ve davranışlarının, İlahi hikmet temasına ters olmasıdır.

Bu sınıfa ait olan vazifelilerin detay bilgisi, vahiyde “Kendilerine ilim geldikten sonra aralarında azanlardan başkası fırkalara ayrılmadı. Eğer Rabbinden belirlenmiş bir zamana kadar “bekletme” sözü geçmemiş olsaydı, mutlaka onların arasında “hemen” hüküm verilirdi. Muhakkak ki onlardan sonra Kitap’a varis kılınanlar, gerçekten O’ndan şek ve şüphe içindedirler.”(Şura 14) olarak tafsil edilerek, Kitap’ın varisleri içinden bir bölümünün, İlahi plan tarafından indirilmiş vahiy bilgisine, vazifelendirildikleri süreçte, şüphe ile baktıkları açıklanmıştır.

Şüphe içinde olanlar, üç ayrı sınıf olarak bilgisi verilen “Kitap’ın varisleri” bilgisinde, “nefslerine zulmedenler” detayı ile sınıflandırılmış varlık bilgisidir.

Muktesitler

Verilen risalet dışında fikir ve davranışlarıyla “orta yolu izleyen Kitap’ın varisleridir.” Bir diğer anlamda, hayırlarda yarışanlar ile nefsine zulmedenler arasındaki, takdim bilgisidir.Kapalı şuur ile arz planına gönderilen vazifelilerin çoğunluğu “nefsine zulmedenler” ve “muktesitler” olarak bilgisi verilen iki sınıf içerisinde yer almaktadır.

Hayırlarda Yarışanlar

Bu görevliler, kendilerine verilmiş vazifeleri en iyi şekilde uygulayan ve onun dışında kalan takdimlerini de İlahi hikmete göre yaşayan varlık grubudur. Onlar, vazifelerde hataya mahal verilmeyen “imtihan sistemi planlama, uygulama vazifelileri, takdim edilenleri kayıt altına alan vazifeliler, hayat verme ve alma vazifelileri, vahiy mekanizması vazifelileri, tasarım ve programlama vazifelileri, görevlilere gözcü olan vazifeliler vb.” daha birçok, farklı görev planına bağlı olarak çalışanlardır. Onlar “hayırlarda yarışanlar” olarak bilgisi verilen ve perdenin arkasından görevlerini yerine getiren “Kitap’ın varisleridir.”

Hakikat Kitabı’nda bilgisi verilmiş vazifelilerin yaptıkları ve risaletleri (mesajları) ortadadır. Toplumları olması gerektiği yöne doğru çeviren, yeri geldiğinde bir basamak, yeri geldiğinde eşiği atlatan İlahi sistem mesajları, döngü bitene kadar, insan toplumunun eksik kaldığı yerde devreye girecektir. Kitabın varisçilerinin durumu ne olursa olsun mekânları bir diğer anlamda gönderildikleri boyutlar Adn cennetleridir. Adn cennetleri, dört ayrı cennet olarak verilmiş boyutların genel adıdır. Bu, ayette açık olarak bildirilmiştir.

 

11. 19 SAYISI FETİŞ HALİNE Mİ GETİRİLMİŞTİR ?
Öncelikle fetiş kelimesinin anlamlarına bakalım.
(Tdk) Fetiş : Put, uğurlu sayılan şey, tapınırcasına sevilen şey veya kimse.
Bu anlamlardan hangisini kastetmiş olursanız olun, bu iddianızı hakedecek hiçbir anlatım Hakikat Kitabı içerisinde yoktur. 19 bir ayettir, bunu fetiş haline getirmek nasıl oluyor? Allah’ın ayetleri açıklandığı zaman, bu fetiş haline getirmek mi oluyor? 19’un bir imtihan olduğunu Müddessir 31’de vahiy söylüyor. Okursunuz, alacağınız varsa alırsınız. Eğer kabul etmiyorsanız, 19’un, Kitab’ın varislerinin, Fatır 32-35’in ve yukarda paylaştığımız onlarca ayetin açıklamasını yapmanız gerekir. Diğer türlüsü nefsinizin aceleciliğine uyup, insanları inanmadıkları şekilde itham eden bir iftiradan öteye geçmez. Derdiniz gerçekten hakikat bilgisi ise iddialar arasında somut bir bağ kurun ve açıklayın, biz de okuyalım. Mesela Fatır 1’de neden “kanat” denilmiş, neden “2,3,4” sayıları kullanılmıştır?
Şimdi biz bu konuda vahyin verdiği bilgiyi sizinle paylaşalım.

19 Kod sistemi, gönderilen görevlilerin doğum ve ölüm tarihleri üzerinden hesaplanmaktadır. Bu sistemin doğum ve ölüm tarihleri üzerinden hesaplanmasının nedeni, arza gelen her varlığın, doğacağı ve öleceği zamanın, İlahi plan tarafından, daha önceden belirlenmiş olması sebebiyledir.

Bu işleyişin bağlı olduğu yasa, vahiyde “Allah sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden. Sonra sizi çiftler kıldı. O’nun ilmi olmaksızın bir kadın hamile kalamaz ve doğum yapamaz. Ömür verilen bir kimsenin ömrü kitapta olanın dışında uzatılmaz veya onun ömründen eksiltilmez. Muhakkak ki bu, Allah için çok kolaydır.”(Fatır 11) olarak tafsil edilerek, doğum ve ölüm tarihlerinin, İlahi sistem tarafından kontrolü bildirilmiştir. Nitekimmelekler üzerinden planlanan “her şey belirlenmiş bir kadere (plana) göre indirilir”(Hicr 21) uygulaması, bu yasaya bağlı olarak çalışmaktadır.

İkişer, üçer ve dörder kanatlı olarak bilgisi verilen melek resullerin gönderilme amacı, O’nun rahmetinden insanlar için açılanların ve O’nun rahmeti içinde yer alan, ama tutulması istenilen şeylerin, takdiri konusunda vazifelendirilmeleridir(Fatır 1-2).Bu rahmet, kişinin takdim ettiklerine göre nasıl uygulanıyorsa, toplum ve medeniyet için de aynı yasalara göre şekillenmektedir.

Şimdi gelelim kanat sayılarının neden 2,3,4 kanat şeklinde verildiği konusuna.

Görevlilerin Sayısı, 19 Kodlaması
1. İkişer kanatlı melekler
2. Üçer kanatlı melekler
3. Dörder kanatlı melekler

İkişer Kanatlı Melekler : Bu grup görevlilerin 19 kodlaması, onların doğum veya ölüm tarihlerindeki yılın 19’un katı olmasıyla hesaplanmaktadır. Bu sınıflandırmaya sahip gönderilmişler üzerinden verilen risaletin(mesajın) genel anlamı, arz planında idrak edilmesi gereken bütünsel bir işleyişin, parça bilgisi üzerinden verilmesidir.

Buna bir örnek verecek olursak, Anadolulu bir filozof ve matematikçi olan Pisagor, Sekar sistemine gönderilmiş ve sembolik olarak iki kanatlı olarak bilgisi verilmiş melektir.

İki Kanatlı Melek, 19 Kod Hesaplaması

Onların sayısı olan 19 kod sisteminin hesaplanması şu şekildedir: Pisagor M.Ö. 570 yılında doğmuştur.570 sayısı 19’un 30 katıdır. Doğum veya ölüm tarihinin 19’a bölünmesi sonucunda çıkan sayı, o görevli meleğin arz planındaki görev kodudur.

Ayette, iki kanatlı melek olarak verilen bilgi içindeki “2”sayısı, melek bilgisinin sayısına ulaşmak için kullanılan işlem işaretleri ile ilgili bir detaydır. Bu detay şu şekilde hesaplanmaktadır. 570 / 19 = 30. Bu işlemde sayı dışında kullanılan farklı işlem işaretleri (/) ve (=) olmak üzere 2 tanedir.

Üçer Kanatlı Melekler:Bu grup görevlilerin 19 kodlaması, onların doğum ve ölüm tarihlerinin toplamının, 19’un katı olmasıyla hesaplanmaktadır. Bu sınıflandırmaya sahip gönderilmişler üzerinden verilen risaletin (mesajın) genel anlamı, arz planında idrak edilmesi gereken bütünsel bir işleyişin bağlantılı olduğu bir diğer işleyişin, geçiş bilgisidir. Aynı zamanda bu görevliler, bir milletin kurulmasıyla ilgili vazifelendirildikleri gibi ilim hususunda yeni bir bilim kolunun kurulmasında rol almışlardır.

Buna bir örnek verecek olursak, Müslüman Matematikçi ve Astronom Ebu’l Vefa el-Buzcani, Sekar sistemine gönderilmiş ve sembolik olarak üç kanatlı olarak bilgisi verilmiş melektir.

Üç Kanatlı Melek, 19 Kod Hesaplaması

Onların sayısı olan 19 kod sisteminin hesaplanması şu şekildedir: Buzcani, 940 yılında doğmuş, 998 yılında vefat etmiştir.Doğum ve ölüm tarihlerinin toplamı, 940 + 998 = 1938’dir. Ve bu sayı 19’un 102 katıdır. Doğum ve ölüm tarihlerinin toplamının 19’a bölünmesi sonucunda çıkan sayı, o görevli meleğin arz planındaki görev kodudur.

Ayette verilmiş olan üç kanat olarak verilen bilgi içindeki “3”sayısı, melek bilgisinin sayısına ulaşmak için kullanılan işlem işaretleri ile ilgili bir detaydır. Bu detay şu şekilde hesaplanmaktadır. 940 + 998 = 1938 / 19 = 102. Bu işlemde sayı dışında kullanılan farklı işlem işaretleri (+), (/) ve (=) olmak üzere 3 tanedir.

Dörder Kanatlı Melekler :Bu grup görevlilerin 19 kodlaması, onların hem doğum hem de ölüm tarihlerinin 19’un katı olmasıyla hesaplanmaktadır. Bu sınıflandırmaya sahip gönderilmişler üzerinden verilen risaletin(mesajın) genel anlamı, arz planında yapılmış en direkt müdahaleyi göstermektedir.

Buna bir örnek verecek olursak, Türk siyasetçi, Asker ve Devlet Adamı olan Mustafa Kemal Atatürk, Sekar sistemine gönderilmiş ve sembolik olarak, dört kanatlı olarak bilgisi verilmiş melektir.

Dört Kanatlı Melek, 19 Kod Hesaplaması

Onların sayısı olan 19 kod sisteminin hesaplanması şu şekildedir: Mustafa Kemal, 1881 yılında doğmuş 1938 yılında vefat etmiştir.

1881 sayısı 19’un 99 katıdır. 1938 sayısı 19’un 102 katıdır. Hem doğum hem ölüm tarihlerinin toplanması sonucunda çıkan 3819 sayısı 19’un 201 katıdır. Aynı zamanda doğum ve ölüm tarihlerinin birbirleri ile çarpılması sonucu çıkan 3.645.378 sayısı 19’un 191.862 katıdır. Bu sayılar, görevli meleğin arz planında yaptığı görev kodlarıdır. Görev kodlarının fazla oluşu, İlahi planın görevli üzerinden arza yaptığı direk müdahalelerin gösterilme detayıdır.

Ayette, dört kanat olarak verilen malumat içindeki “4”sayısı, melek bilgisinin sayısına ulaşmak için kullanılan, işlem işaretleri ile ilgili bir detaydır. Bu detay şu şekilde hesaplanmaktadır.

1881 / 19 = 99
1938 / 19 = 102
1881 + 1938 = 3819 / 19 = 201
1881 x 1938 = 3.645.378 / 19 = 191.862

Bu işlemde, sayı dışında kullanılan farklı işlem işaretleri (/), (=), (+) ve (x) olmak üzere 4 tanedir.

İşlemlerde, çıkarma işleminin uygulanmamasının nedeni, çıkan sonucun, (-) negatif bir değere sahip olması sebebiyledir. Resuller, âlem içinde müspet enerji olan Hakkın kelimeleri olduğu için hem görev kodları hem de kutupları, negatif değer üzerinden verilmez.

-Kitaptaki bilgiler seçmece midir ?
Hakikat Kitabı’nda Kitab’ın varisleri olarak paylaşılmış onlarca görevli var. Bu görevlilerin her birisinin 19 ile ilişkisi olmalı tesadüf mü? Ve nasıl oluyor da, bu onlarca isim dünya üzerinde en çok ses getiren varlıklardan olabiliyor ve hepsi de 19’la bir uyum içerisinde olabiliyor. Eğer kitabın içerisindeki varisler seçmece ve keyfi ise, sizin de kendi keyfinize göre bu şekilde bilgiler yazabilmeniz gerekir. Bunun mümkün olduğunu düşünüyorsanız yazmanızı bekliyoruz.

– Kitabın varisleri içerisinde neden Einstein yok ?
Burada getirmeye çalıştığınız eleştiri konusundaki cevabımız Hakikat Planı’nda paylaşılmıştır. Hakikat Planı’nın İkinci Bölümü olan “Arındırılma Planı”nda, İlahi planın “Ana Kitap’a” bağlı olarak yürütülen, 4’ü arzda 2’si Araf sürecinde olmak üzere toplam 6 aşama üzerinden uygulanan teslimiyet (arındırılma) programının, bugüne kadar bilgisi verilmemiş müfredat malumatları anlatılmaktadır.

Arındırılma planı içerisinde çeşitli aşama ve basamaklar bulunmaktadır. Örneğin 3.aşama mümin aşamasıdır. Ve bu aşama 8 basamağa sahiptir. Einstein, bu aşamanın 4.basamağı olan “Seyahat Eden Mümin” bilincindedir. Yani kendisi bir mümindi.

O’nun yaratış ölçüsü, her varlığın şahit olamayacağı, sadece müminlerin de bir kısmının idrak edebileceği bir nişanedir. Bu malumat, vahiyde “Allah semaları ve arzı hak olarak yarattı. Şüphesiz, bunda müminler için bir ayet vardır (Halakallâhussemâvâtivel arda bil hakkı, inne fî zâlike le âyetenlilmu’minîn (mu’minîne).”(Ankebut 44) olarak bilgisi verilen ve bir diğer ayette “Dağları görürsün de donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi ‘sapasağlam ve yerli yerinde yapan’ Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır.”(Neml 88) detayıyla açıklanan, “Allah’ın yaratma biçimi olan sanatının” işaretidir (ayetidir).

Bu sanatın nişanesi olan ayetleri ancak, vahiyde “O ki, ayetlerini size gösterir ve sizin için semadan rızık indirir. Bunu münibolandan başkası tezekkür etmez.“(Mümin 13) olarak bilgisi verilen, münib derecesine ulaşan kullar tezekkür edebilmektedir.

Münib kelimesi, Arapçada nâbe kökünden gelmektedir. “Yönelen, sık sık gidip gelen, vekâlet eden” anlamındadır.Münib olan kullar, fiziksel ve zihinsel olarak O’na yönelen, zihinsel olarak ise ayrıca bu malumatlara tanık kılınmaları için, kendilerine öngörü verilenlerdir.

Böyle olan kullar, vahiyde “Öyleyse üzerlerindeki semayı nasıl bina ettiğimize ve onu nasıl süslediğimize bakmıyorlar mı? Ve onun hiçbir çatlağı yoktur. Ve arz; onu döşedik, yaydık ve oraya sağlam dağlar attık. Ve orada her çeşit bitkiden güzel çiftler yetiştirdik. Münib olan bütün kullarına basiret olsun ve zikretsinler diye. Onlar, semadan ve arzdan önlerinde ve arkalarında olanı görmüyorlar mı? Eğer biz dilersek, onları yerin dibine geçirir ya da semadan üzerlerine parçalar düşürürüz. Hiç şüphesiz, münib olan her kul için bir ayet vardır.”(Kaf 6-8, Sebe 9) detaylarıyla bilgisi verilen, münib derecesine ulaşarak, bu ayetlere şahit kılınırlar.

Arz medeniyetinin bilimsel ve zihinsel gelişimine etki eden bu ayetlerin algılanması, binlerce yıldır hem İlahi plan görevlileri hem de bu basamaklara ulaşarak, O’nun sanatı olan nişanelere tanıklık eden birçok bilim, ilim ve düşünce insanı üzerinden sağlanmıştır.

İlahi plan, Kur’an içerisinde de bu ve çok daha fazla bilgiyi vererek, bilgi çağında doğması ve Kur’an ile tanışması planlanan varlıklar için arındırılma aşamalarında bir kulun ihtiyacı olan tüm bilgileri, vahiyde zikir olarak kolaylaştırmıştır. Ancak Kur’an “zikir için kolaylaştırılmasına rağmen onu tezekkür edebilecek”(Kamer 22) kul sayısı, yok denecek kadar azdır.

Yüce Allah, hiçbir kavrama sığmayan, bilinemez “Mutlak Gerçektir” ve de âleme esmalarıyla tecelli eder. Bu esmaların bağlı olduğu çeşitli zikir ayetleri, madde evrenin temelini oluşturan bilgiler vermektedir.

Albert Einstein’ın 1905 yılında ortaya attığı E=mc2formülünü görebilmesi, onun yaratılmış olduğu evreni bilme isteğinin yanı sıra, kendisinin daha önce geçmiş olduğu arındırılma aşamaları sonucunda ona verilen idrak seviyesinin, bunları anlamlandıracak kapasitede olması sebebiyledir.

Bu kapasitenin ona verilmesinin sebebiyse, vahiyde “Öyleyse üzerlerindeki semayı nasıl bina ettiğimize ve onu nasıl süslediğimize bakmıyorlar mı? Ve onun hiçbir çatlağı yoktur. Ve arz; onu döşedik, yaydık ve oraya sağlam dağlar attık. Ve orada her çeşit bitkiden güzel çiftler yetiştirdik. Münib olan bütün kullarına basiret olsun ve zikretsinler diye.”1434 detayıyla açıklanan, onun münib olan kullardan olması nedeniyledir.

Kitap’ta da sık sık belirtildiği üzere 19 sayısı bir imtihandır. Bir bilim adamının doğum-ölüm tarihlerinin 19 ile bağlantılı olmaması, vahiy için o kişinin önemsiz olduğunu göstermez. Bu bile tek başına, Kitap’taki isimlerin bir seçmece ve keyfilik içermediğini anlamak için yeterlidir, tabi görebilene. Bu yüzden 19’un katı olmayan yıllarda da elbette bir çok bilimsel gelişme olmuştur. Anlaşılması gereken nokta bunların hepsinin bir plana göre olduğu ve Allah’ın izniyle olduğudur. Bu Allah isterse bir melek rasul tarafından verilir, dilerse bir mümin münib kul tarafından, dilerse başka varlıklar tarafından. Einstein örneğinde de gördüğümüz gibi 19’un katı olan veya olmayan tüm tarihler, tüm şahsiyetler Yüce Allah’ın izniyle görevlerini yerine getirirler. Önemli olan getirdikleri bilgiler karşısında bizim takındığımız tavır ve yapmamız gerekenlerdir.

Buraya kadar onlarca bilgi paylaştık. Dileyen bu bilgileri okur ve akıl, gönül süzgecinden geçirerek anlamaya çalışır, dileyen eksik bulma arzusuyla yaklaşır. Bu artık nefislerin kendi seçimidir. Ama bilinmelidir ki, şimdiye kadar bu bilgileri bu şekilde açıklayabilmiş bir kitap yoktur. Onlarca kavramdan, onlarca ayetten bahsettik ve bunların birlikteliğinden bahsettik. Bu birliktelik, kalbini bulmuş kişiler için anlamlıdır. Ve kişi anlamaya çabaladıkça daha da anlamlı olacaktır. Bu yüzden,
KİTABIN SİZE SUNDUĞU TEK ŞEY HAKİKATLERDİR.

Düşünmek kulun farzıdır.

HAKİKAT PLANI – ELEŞTİRİYE CEVAP BEDENLENME

Selam.

Sitemizde okumakta olduğunuz bu yazı, bu bağlantıdaki “Eleştiri”ye cevap verme amacıyla yazılmıştır.

Eğer doğrunun peşinde olan biri iseniz size tavsiyemiz, “Hakikat Kitabı” ve “Hakikat Planı” isimli kitapları okuyup, doğrunun ne olduğuna kendiniz karar vermenizdir. Eğer kitapları okumuşsanız iki yazıyı kıyas edip doğrunun hangisi olduğuna karar vermek sizin çabanızla mümkündür. Burada yazılanlar, Kuran’da “bedenlenme sistemi” olarak anlatılan konuyu iyice idrak etmenizle daha anlaşılır olacaktır.

Hakikat Kitabı, Emrah Eryılmaz tarafından yazılmış ve 2014 yılında yayımlanmıştır. Kitabın “İçindekiler” kısmına aşağıdaki yazıların üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz;

Hakikat Kitabı İçindekiler 1
Hakikat Kitabı İçindekiler 2

Hakikat Kitabı – İLKSÖZ

Hakikat Planı ise aynı isimli yazar tarafından yazılmış ve 2019 yılında yayımlanmıştır.
Bu kitap üç ana bölümden oluşmaktadır.
1) “Giriş bölümü” anahtar kavramlardan oluşur.
2) “Birinci bölüm” 2014 yılında Hakikat Kitabı’nda tebliğ edilmiş bilgilere ek olarak birçok farklı işleyişin bilgisini veren ayetlerin tevillerini içermektedir.
3)“İkinci bölüm” İlahi planın “Ana Kitap’a” bağlı olarak yürütülen, 4’ü arzda 2’si Araf sürecinde olmak üzere toplam 6 aşama üzerinden uygulanan teslimiyet (arındırılma) programının, bugüne kadar bilgisi verilmemiş müfredat malumatlarıdır. Bu, aynı zamanda varlıkların arzlarda hangi basamakları geçmeleri sonucu arındırılıp görev planına alındıklarının ve de bu plan içerisinde hangi vazifelerden sorumlu olduklarının teferruatlarını veren ayetlerin tevillerini içermektedir.

Kuran’da anlatılan en uzun konulardan birisi “Bedenlenme sistemidir”. Bu konu, iki kitapta da yüzlerce sayfada ayetlerle izah edildiği için burada paylaşmayacağız. Burada paylaşacağımız konu “Bedenlenme SİSTEMİNİN arz üzerinde anlaşılması”dır. Bu konu, Hakikat Planı içerisinde 160-164 sayfa aralığında anlatılmıştır.

 

İlk olarak “eleştiri”yi yazan kişinin anlamadığı şeylerden “birisi”, Hakikat Planı’nın 160.sayfasındaki başlığın “Bedenlenme SİSTEMİNİN arz üzerinde anlaşılması” olduğudur. Zira bedenlenme “sistemi”nin içerisinde pek çok detay vardır. Simülasyon, kabirler, berzah, Araf gibi. Fakat bu “sistem” insanların çoğu tarafından bilinmemektedir. Yani konu sadece “bedenlenme” değildir, ya da “yalnızca bedenlenmenin anlaşılması” değildir. Bu “sistem” arz üzerindeki insanların çoğu tarafından bilinmemektedir.

“Eleştiri”yi yazan kişinin bunu anlamadığını yazısındaki şu cümlesinden de anlamaktayız ;
“Dolayısı ile öz Türkçe olmasa da kitapta “bedenlenme” olarak iddia edilen durumu “reenkarnasyon” kelimesi ile daha bilinir şekilde ifade edeceğim.”

Bedenlenme bir “sistem” dahilinde işlediği için ve insanların çoğunun bilmediği şey bu sistem olduğu için, “bedenlenme” kelimesi yerine “reenkarnasyon” kelimesini kullanmak “daha bilinir” hale getirmeyecektir. Çünkü bu sistem insanların çoğu tarafından bilinmemektedir.

“Eleştiri”yi yazan kişi Müminun 31-38 ve 82-90, Nahl 38 Casiye 26 ayetlerindeki insanların “AHİRETİ” inkar ettiğini, bunların yanında Nahl 38.ayetteki insanların hem bedenlenmeyi hem de ahireti inkar ettiklerini iddia etmektedir.

BU ELEŞTİRİYE KARŞI OLARAK BU YAZI İSE,
MÜMİNUN 31-38 İLE 82-90 , NAHL 38 VE CASİYE 26 AYETLERİNDEKİ İNSANLARIN İNKAR ETTİĞİ ŞEYİN AHİRET DEĞİL, “YENİDEN DİRİLTME(BEDENLENME) SİSTEMİ” OLDUĞUNU İSPAT ETMEK İÇİN YAZILMIŞTIR.

 

KURAN’DA BEAS – YENİDEN DİRİLME

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Kuran’da geçen “beas” kavramı aşağıda belirttiğimiz iki şekilde de kullanılmaktadır.

1- DİN GÜNÜNE YENİDEN DİRİLİŞ/UYANIŞ
“Ve sur’a üfürüldü. İşte o zaman onlar, kabirlerinden Rab’lerine koşarlar. Yazıklar olsun bize, uykuya bırakıldığımız yerden bizi kim beas etti (dirilti)?” Yasin 51-52
“Sonra siz gerçekten kıyamet günü beas edileceksiniz (diriltileceksiniz).” Müminun 16

2- ARZ ÜZERİNDEKİ YENİDEN DİRİLİŞ (BEDENLENME)
– Sizi geceleyin vefat ettirendir. Ve gündüz neler yapıp neler kazandığınızı bilir. Sonra belirlenmiş süre işletilip tamamlansın diye, gün içinde sizi beas eder (diriltir). Sonra dönüşünüz O’nadır. Enam 60
(BU AYET HAKİKAT KİTABI SAYFA 251-253 / HAKİKAT PLANI SAYFA 96-100 ARALIĞINDA ANLATILMAKTADIR)
-Sonra şükredesiniz diye, sizi ölümünüzden sonra beas ettik (dirilttik). Bakara 56
(BU AYET HAKİKAT KİTABI SAYFA 327-329, HAKİKAT PLANI 134-136 VE 205-206. SAYFA ARALIKLARINDA ANLATILMAKTADIR.)

 

Arz üzerindeki medeniyetlerin çoğunun sahip olduğu inanç sistemi, tek bir Yaratıcı temeline dayanmaktadır ve hepsinin ortak inancında bir diriliş günü vardır. Bu insanlar, O gün için Yaratıcının onları yeniden dirilteceğini bilmektedirler yani 1.maddedeki ayetlerde anlatılan din gününe uyanışı dilleriyle kabul ettiklerini söylemektedirler. Fakat “insanların çoğu” 2.maddedeki ayetlerde anlatılan “arz üzerindeki yeniden diriliş\bedenlenme sistemini” bilmemektedirler.

Bedenlenme, reenkarnasyon ile aynı şey değildir. Bu yüzden yazı boyunca “reenkarnasyon, rebedenlenme” gibi konuya uzak kavramları kullanmayacağız. Kitaplarda geçen kavram “bedenlenme”dir.

“Bugüne kadar Kur’an bilgisinde, reenkarnasyon olarak ifade edilmiş durumun olup olmadığı gibi konular tartışılagelmiştir. Fakat Kur’an bu soruların ötesinde, çok daha geniş ve derin cevapları yine kendi içinde vermiştir. “Reenkarnasyon” veya “Ruh göçü” ruhun sürekli olarak tekrar bedenlendiğini kabul eden bir inanıştır. Bu inanış Kur’an bilgisiyle birçok noktada ayrılmaktadır. Bugüne kadar İslam ile bu konuyu bağdaştırmak isteyenler veya ayrıştırmak isteyenler, sadece birkaç ayet üzerinden bu konulara cevap vermeye çalışmışlardır. Fakat konuları yeterli şekilde açıklayamamışlardır.
… Kur’an içinde bildirilen “Bedenlenme” işleyişi, reenkarnasyon inancındaki gibi sistemsiz bir şekilde işleyen bir durum değildir. Yüce ALLAH tarafından daha önceden belirlenmiş yasalar çerçevesinde planlı ve programlı şekilde çalışmaktadır. Temel olarak reenkarnasyon inancı ile Kur’an bilgisinin ayrıldığı nokta, reenkarnasyonda, insanın ruh olarak görülmesi ve ruhun herhangi bir yasaya bağlı olmadan “sürekli“ bedenlendiğidir. Fakat Kur’an-ı Kerim ruhun insana ait olmadığını ve onun varlığa hareket imkânı sağlayan sürücüsü/güdücüsü ve İlahi bilgiye ulaşma kanalı olduğunu bildirir. Çünkü insan nefstir. Yüce ALLAH birçok ayette bunu bildirmiştir. Bunun yanı sıra Kur’an, İlahi sistemin gerekliliği olarak nefsin çeşitli aşamalar ve plan dâhilinde varlık sahasına gönderildiği bilgilerini de vermektedir. Bu aşamalar kadim zamanlardan beri işleyen, önceden belirlenmiş zaman ve yasalara göre düzenlenmektedir. Kur’an-ı Kerim’de verilmiş bilgilerle reenkarnasyon inanışın tek ortak noktasıysa “bedenlenme” kısmıdır. Bedenlenen, varlığın özü olan nefstir.” Hakikat Kitabı 233-234

 

MÜMİNUN 31-38 İLE 82-90 , NAHL 38 VE CASİYE 26 ayetlerindeki varlıkların inkar ettikleri “beas”, 2.başlıktaki ayetlerde belirtilen “arz üzerindeki yeniden diriliş(bedenlenme)”tir.

Bu ayetleri incelerken sorulması gereken en önemli sorulardan birisi şudur.
“Beas fiilinin bu konu içerisinde iki anlama geldiğini söylüyorsunuz. Bu ayetlerdeki insanların inkar ettikleri “beasın”, din günündeki diriliş değil de “arz üzerindeki bedenlenme sistemi” olduğunu nereden anlayacağız?”
Bunu anlamak için öncelikle, o ayetlerdeki insanların hangi inançlara sahip olduklarını ayetlerin öncesine ve sonrasına bakarak anlamak gerekmektedir. “Eleştiri” olarak yazılan yazıda ise, bunlar göz ardı edilmiştir. Ve farklı bilinçteki ve inançtaki varlıkların, farklı zamanlar içerisinde söylediği inkar cümleleri kıyas edilerek, konu ayetlerin bağlamından kaydırılmıştır.

Hatırlatalım, Kuran’da “be-a-se” fiili pek çok ayette geçmektedir. “Göndermek, canlandırmak, kışkırtmak, ölümden sonra diriltmek” gibi anlamlara sahip bir fiildir. Bizim üzerinde duracağımız konu, bu fiilin insana uygulanan “ölümden sonra diriltmek” anlamına geldiği bazı ayetlerdir.

 

A. MÜMİNUN 31-38. AYETLER

“Sonra onların (Nuh kavminin) ardından başka bir nesil inşa ettik. Böylece biz onlara, onların içinde, onlardan resul gönderdik, Allah’a kul olsunlar, diye. Sizin, O’ndan başka İlâhınız yoktur. Hâlâ takva sahibi olmayacak mısınız? Ve onun kavminden inkârcıların ileri gelenleri, ahirete mülâki olmayı yalanlayanlar ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz kimseler: “Bu, sizin gibi beşerden başka bir şey değil. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, sizin içtiğiniz şeylerden içiyor.” dediler. Ve eğer siz, sizin gibi bir beşere itaat ederseniz muhakkak ki siz, o zaman mutlaka hüsrana düşenler olursunuz. Öldüğünüz ve toprak olduğunuz, kemik “hâline” geldiğiniz zaman sizin, mutlaka çıkarılacağınızı mı size vaat ediyor? Heyhat, size vaat edilen şey ne kadar uzak. O(hayat), sadece dünya hayatımızdır. Ölürüz ve diriliriz. Ve biz, beas edilecek (yeniden dirilecek) değiliz. O (resul), ancak Allah’a yalanla iftira eden bir adamdır. Ve biz, O’na inananlar değiliz. Müminun 31-38

Bu pasajdaki diyaloglar Ad Döngüsünün sonunda geçmektedir. Dolayısıyla bu insanlara “Kuran’ın tevili” vahiy taslak planına göre ulaşmıştır. Tıpkı Hakikat Kitabı ve Hakikat Planı’nda olduğu gibi. Yani “bedenlenme sistemi” bilgileri ile karşı karşıya gelmişlerdir. Dolayısıyla bu pasajdaki olaylar bizim döngümüze birer mesajdır, olacak olanların habercisidir. (Döngü konusu iki kitapta da anlatılmıştır.)

Müminun 31-38 ayetleri arasında, o döngüde ki varlıkların bilinç halleri, altını çizdiğimiz Müminun 33’te “3” ayrı şekilde,
1)inkâr edenler (keferu),
2)ahirete mülaki olmayı reddedenler;
Bu maddedeki varlık grubu Allah’ın varlığına inanan ama ahiret günü inancı olmayan (deist gibi), hem de din gününe inanmayan yani diliyle inandığını söyleyip, aslında inkar eden. Çünkü iman; dilden çıkan değil, kalpten gelendir. Dil ile söyleyip yaşantıda bunun tersini yapmak da vahiyde “ahirete mülaki olmayı reddedenler” olarak karşılık bulur.
3)dünya hayatında refah verilenler
olarak açıklanmıştır.

Bu 3 varlık grubundan birisine dahil bir insan düşünün ki, Hud as’a “ölürüz, diriliriz” ve “O (resul), ancak Allah’a yalanla iftira eden bir adamdır” diyor yani bu insanda Allah’ın var olduğu bilinci var ve sözde Allah’ı savunuyor. Yaşadığımız döngüde, Allah’a iman eden ve ayetteki şekilde “Ölürüz ve diriliriz. Ve biz, beas edilecek (yeniden dirilecek-yeniden bedenlenecek) değiliz.” diyen insanlar, Allah ve ahiret inancı sözde olmasına rağmen, “bedenlenme sistemi”ni inkar eden insanlardır.
“Eleştiri” yazısında ise bu ayetlerdeki insanların; Allah ve bedenlenme inancı olduğu, fakat ahirete inanmadıkları yazılmıştır. Bir insan “bedenlenme sistemine” inanıp Allah’ı savunup, nasıl ahirete inanmıyor olabilir? Bu mümkün değildir. Çünkü bir insan “bedenlenme sistemine” iman ediyorsa, bu sistemin içerisinde Araf, berzah, din günü gibi süreçlerinde olduğuna da inanıyor demektir.

 

“Eleştiri”yi yazan kişi, Müminün 33’teki varlıkların inkarını, Müminun 15-16.ayetlerle izah etmeye çalışmıştır. Kendisi 14.ayeti görmek istememiş olabilir. Fakat biz yine de yazalım. Müminun 14-16.ayetler “yaratılış-başka yaratılış-ölüm-kıyamet” bilgisini vermektedir. Ve sonraki ayetlerde başka döngülerin(Nuh) bilgisi verilerek, 31.ayetle Ad döngüsündeki bilgiye geçiş yapılmıştır. Ayetin öncesindeki kavramları, ara bilgileri görmeden, ayetleri alakasız bir şekilde açıklamaya çalışmak kişiyi yanlış sonuca götürür.

Ayrıca bedenlenme sistemini anlatan bir ayeti, kendisinin yaptığı gibi Müminun 37’deki bilginin yerine koyarsak, bu kişilerin bedenlenmeyi inkar ettikleri sonucuna varılır. Örneğin bu “eleştiri”yi yazan kişi neden Enam 60’ta bedenlenme düzenini anlatan “ölüm-beas” bilgisini almak yerine, Müminun 15-16’da ahireti anlatan “ölüm-beas” bilgisini alıp Müminun 37’yi açıklamaya çalışıyor? Bunun yapılması, ayete “nefsinin” istediği şeyi söyletmeye çalışmaktır. Zira “beas” kavramının iki anlamda da Kuran’da bulunduğunu yukarıda paylaşmıştık. Ayetleri bağlamlarından kopuk bir şekilde birbiri ile bağlantılamaya çalışmanın ne kadar yanlış ve yersiz olduğunun delilidir. Bunları yapmadan, ayetlerdeki varlıkların nasıl bir bilince sahip olduklarını okuyarak, bunların ahireti değil, “bedenlenme sistemini” inkar ettiklerini görmek mümkündür. Çünkü Müminun 31-41.ayetlerdeki olay döngü sonunda geçmektedir ve bu insanlara “kabir,simülasyon,Araf,berzah vb” sistem bilgileri ulaşmıştır.

Tüm bunlara ek olarak, 37.ayetin orijinal metninde “in hiye illâ hayatüna” ifadesinde Hasr yöntemi kullanılarak tekid(vurgu) yapılmıştır. Bu yöntemle birlikte, hayatın sadece o bedende yaşamakta oldukları hayat olduğuna ve dünyada bundan başka hayat yaşamayacaklarına inandıklarına vurgu yapılmıştır. Ve ayetin başında “hiye” zamiri tekil kullanılarak, inandıkları hayatın tekilliğine işaret etmiştir. Dolayısıyla bu insanlar bedenlenme sistemine (birden fazla hayat) inanmamaktadırlar.

 

B. MÜMİNUN 82-90.AYETLER

“Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Gerçekten, mutlaka biz beas mı edileceğiz (yeniden mi diriltileceğiz)?” dediler. Andolsun ki bu, bize vaat edildi ve daha önce de babalarımıza. Bu ancak evvelkilerin efsaneleridir. De ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin): Arzın ve onun içinde olanlar kimindir?” “Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?” De ki: “Yedi kat semaların Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?” “Allah’ındır.” diyecekler. De ki: “Hâlâ takva sahibi olmayacak mısınız?” De ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Her şeyin melekûtu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor. “Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz? Hayır, onlara gerçeği getirdik. Ve muhakkak ki onlar, gerçekten yalanlayanlardır.” Müminun 82-90

 

Konuya, “eleştiri”yi yazan kişinin yazısındaki şu cümleyi değerlendirmekle başlayalım;
“Hakikat Planı’nında ilgili anlatı, 82’inci ayetle başlatılmıştır. Burada büyük bir gizleme hareketi vardır.”


Hakikat Kitabı veya Hakikat Planı’nda herhangi bir “gizleme hareketi” amacı olsaydı, şimdiye kadar hiçbir yerde doğru bir şekilde açıklanmamış binlerce ayet bu kitaplarda açıklanmazdı ve bu eleştiriyi yazan kişinin kendisi de kitaplardaki bilgilerden faydalanamazdı. Yazdığı bu cümle bile, yazıyı yazan kişinin adaletten, vicdandan ne kadar uzak olduğunu ve zan ile hareket ettiğini göstermektedir. Kitaplarda hiçbir şekilde gizleme söz konusu değildir.
Aksine sürekli olarak vahiyle meşgul olunması gerektiği ve konuların diğer ayetlerle olan bağlantılarını kişinin düşünmesi gerektiği Hakikat Planı 793.sayfada şu cümlelerle belirtilmiştir,
“Bilgisi verilen her konu, Kur’an’ı Kerim’in dışına çıkmadığınız sürece kendini görünür kılar ve tamamlar. Kur’an’ı Kerim’de, kitap içinde bilgisi verilmiş konuları tamamlayan farklı ayetler mevcuttur. Sizler Kur’an okudukça burada yazılmamış ayetlerin, konularla olan bağlantısını kurabilirsiniz. Bize verilenler sistemin işleyiş anahtarlarıdır ve vermemiz istendiği kadarını paylaşmaktır. Bundan sonrası her insanın kendi seçimi ve yoludur.”

Bu kişi, kitabın 80.ayeti paylaşmadığını söyleyerek bunun bir “gizleme” olduğunu “zannetmiş”, ardından 80-81.ayetleri paylaşarak yanılgısını ve zanlarını daha da ifşa etmiştir.
Çünkü Müminun 81.ayette “Onlar evvelkilerin(öncekilerin) söylediklerinin aynısını söylediler.” buyrularak hem önceki döngülerde, hem de bu döngüde inkar edilen “arz üzerinde yeniden dirilme sistemine” vurgu yapılmıştır.

Ayrıca yine çok önemli bir detayı belirtmek gerekirse, ayetlerde verilmiş varlık profiline bakarsanız, bu insanların, Allah inancı olan, O’nun mülk ve yönetimini, yedi kat semayı bilen kişiler olduğunu görürsünüz. Bu inanç, arz üzerindeki medeniyetlerinin çoğunun sahip olduğu inançtır. Bu inanca sahip insanlara göre, insanlar sadece “bir hayat” yaşar ve sonrasında kıyamet gününde dirilir.
Bu insanların ahireti inkar etmediğinin en görünür taraflarından birisi, “7 sema” kavramını biliyor olmalarıdır. “7 Sema’yı bilen bir insan nasıl ahireti reddediyor olabilir? Zira “Sema” kavramı, dünyanın dışında başka yaşamların olduğunun farkında olduklarını gösterir. Dolayısıyla, Müminun 82.ayette inkar edilen “beas” ahirete olan diriliş değildir.

 

C. CASİYE 23-26.AYETLER

Kendisinin ilahı olarak duygu ve arzusunu almış kişiyi gördün mü? ALLAH onu bir ilim üzerine saptırmış, kulağı ve kalbi üzerine mühür basmış, gözünün üstüne de bir perde çekmiştir. ALLAH’tan sonra ona kim kılavuzluk edecektir? Hala düşünüp ibret almıyor musunuz? Dediler ki: ‘Bu(hayat) dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi dehrden başkası helake uğratmıyor.‘ Oysa onların bununla ilgili hiç bir bilgileri yoktur; yalnızca zannediyorlar. Onlara açık belgeler olarak ayetlerimiz okunduğu zaman, onların delilleri: ‘Eğer doğru söylüyor iseniz, atalarımızı getirin’ demekten başkası değildir. De ki: ‘Allah sizi diriltiyor, sonra sizi öldürüyor, sonra kendisinde hiç bir kuşku olmayan kıyamet günü O sizi bir araya getirip-toplayacaktır. Ancak insanların çoğu bilmezler. Casiye 23-26.ayetler

23.ayette bilgisi verilen “Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği” kimselerin, 24.ayette dehri(zamanı) ilah olarak kabul ettiklerini görüyoruz. Böyle bir insanın Allah inancı olabilir mi? Hayır. Çünkü hem mühürlü, hem zamanı ilah edinmiştir. Ve bu insanlar elçiye, “Eğer doğru sözlüler iseniz, atalarımızı getirin” diyerek “beasa” karşı çıkıyorlar. Burada inkar ettikleri beas, ahiret\din günü olsaydı, böyle bir meydan okumayı yaparlar mıydı? Hayır. Çünkü bedenlenmeyi kabul eden bir insan, atalarının da bedenleneceğini bilir.

Bu insanlar 23.ayette “ölürüz diriliriz” diyerek ahiret inançlarını ortaya koyuyorlar. “Bu (hayat) dünya hayatımızdan başkası değildir” diyerek de, ömürlerini tek bedende zannettiklerini görüyoruz.
Ayette “ma-illâ” kalıbı kullanılarak istisnâ yapılmıştır ve ayete Türkçe’de vurgulayarak söylediğimiz “sadece ama sadece” anlamını katmıştır. Bu yöntemle birlikte, dünya hayatlarının sadece o bedende yaşamakta oldukları hayat olduğuna ve dünyada bundan başka hayat yaşamayacaklarına inandıklarına vurgu yapılmıştır. Ve ayetin başında “hiye” zamiri tekil kullanılarak, inandıkları dünya hayatının tekilliğine işaret etmiştir. Dolayısıyla bu insanlar bedenlenme sistemine(birden fazla hayat) inanmamaktadırlar.

Eğer bu insanların inkar ettiği şey diriliş günü\ahiret olsaydı, devamındaki ayette “Allah sizi diriltiyor(1), sonra sizi öldürüyor(2)” sıralamasını vererek bedenlenmenin sistematik sıralamasını vurgular mıydı? Zira diriltmek ölüye uygulanır, sonra varlık bir daha ölür ve sonra “kendisinde hiçbir kuşku olmayan kıyamet günü O sizi bir araya getirip toplar(Casiye 26). Oysaki bu insanlar 24.ayette “ölürüz(bu bedenimizin sonunda) ve diriliriz(ahirette)” demektedirler.

Ve Casiye 26.ayetin sonunda “Ancak insanların çoğu bilmezler.” ifadesinden bu insanların reddettiği şeyin ahiret değil, insanların çoğunun bilmediği “yeniden diriliş(bedenlenme) sistemi” olduğunu görüyoruz. Çünkü insanların çoğunun ortak inancında bir diriliş günü vardır. Ve insanların çoğu bedenlenme sistemini bilmezler.

 

D. NAHL SURESİ 38-39.AYETLER

“Ve “Kim ölürse ALLAH, onu beas etmez (yeniden diriltmez)” diye en kuvvetli şekilde ALLAH’a yemin ettiler. Hayır! Bu, O’nun (ALLAH’ın) üzerinde hak bir vaattir. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler. Hakkında ihtilâfa düştükleri şeyin, onlara beyan edilmesi (açıklanması) için ve inkâr edenlerin, kendilerinin şüphesiz yalancı olduklarını bilmeleri içindir.” Nahl 38-39. Ayetler

 

Son olarak Nahl 38-39’daki ifadelere gelecek olursak, “Eleşti”yi yazan kişi yazısında, bu ayetlerdeki inkarcıların hem bedenlenmeyi hem de ahireti inkar ettiklerini belirtmiştir.
Şu soruyu sormak gerekir, bu ayetlerdeki insanlar nasıl hem bedenlenmeyi hem de ahireti inkar etmiş oluyorlar? Ayette bir tane ifade var ; o da ; “Öleni Allah beas etmez\diriltmez” diye yemin ettiler ifadesi. Bu insanlar ya bedenlenmeyi inkâr ediyorlar, ya da ahireti. Peki hangisi olduğunu nereden bileceğiz? Ayetin sonunda “insanların çoğu bilmezler” ifadesi kullanılıyor. İnsanların çoğunun bilmediği nedir, bedenlenme sistemi mi yoksa bir ahiret\diriliş günü olduğu mu? Dolayısıyla buradaki insanlar da arz üzerinde insanların çoğunun bilmediği yeniden dirilişi inkar ediyorlar.
Ve 39.ayette bu insanların beas konusunda ihtilaf ettikleri belirtiliyor. Aynı ayette bunun hakkında onlara “beyan edileceği” söyleniyor. Tıpkı, bedenlenme sisteminin Hakikat Kitabı’nda ve Hakikat Planı’nda detaylıca açıklanması ve beyan edilmesi gibi.

Ayrıca bu insanlar Nahl 38’de Allah’a yemin edecek kadar Allah inancına sahip insanlardır. Bir ifade ile hem ahireti hem bedenlenmeyi inkâr etmeleri mümkün bile değildir.

 

SONUÇ OLARAK ; DÜNYADAKİ İNSANLARIN BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU “AHİRET GÜNÜNDEKİ DİRİLMEYİ” KABUL ETMELERİNE RAĞMEN, KURAN’DA PEK ÇOK AYETTE “İNSANLARIN ÇOĞUNUN BİLMEDİĞİ YENİDEN DİRİLİŞİN” REDDEDİLDİĞİNİ SÖYLEYEN AYETLER VARDIR. BU AYETLERDEKİ “BEAS’IN” ARZ ÜZERİNDEKİ BEDENLENME SİSTEMİ OLDUĞUNU ANLAMAK BİR GEREKLİLİKTİR.

MÜMİNUN 31-38 İLE 82-90 , NAHL 38 VE CASİYE 26 AYETLERİNDEKİ İNSANLARIN İNKAR ETTİĞİ ŞEY AHİRET DEĞİL, “YENİDEN DİRİLTME(BEDENLENME) SİSTEMİ”DİR. VE BU SİSTEM ARZDAKİ İNSANLARIN ÇOĞU TARAFINDAN BİLİNMEMEKTEDİR. BU KONUDAKİ İHTİLAFLARIN GİDERİLMESİ İÇİN HAKİKAT KİTABI VE HAKİKAT PLANI’NIN TEBLİĞİ YAPILMIŞTIR.

SELAM İLE.

HAKİKAT KİTABI – EMRAH ERYILMAZ NEDEN ?

“Kitabın size sunduğu tek şey hakikatlerdir.”

Hakikat Kitabı, Önsöz, Sayfa 19

Selam. Biraz meraklı biriysen bu yazıyı mutlaka okumanı tavsiye ederim. Çünkü yazıdaki pek çok cümlede merakların, arayışların, soruların, heyecanların olacak. Buna yürekten inandığım için bu yazıyı yazıyorum. Senden istenen, bu soruların ve merakının peşine düşmendir.

Yazıyı yazmamdaki amaç başlığın sonundaki “NEDEN?” sorusu. Neden bu kitap, neden bu başlık, neden bu yazı? Yazının başlığı bir kitap ve kitabın yazarının adı.
Hakikat Kitabı.
Belki çoktan okuduğun, okumakta olduğun ya da okumaya niyetinin olduğu kitap. Yahut adını ilk defa duyup hakkındaki bilgileri araştırmak istediğin kitap. Ya da geçerken bir uğrayayım dedin ve böyle bir yazıyla karşılaştın. Hangisi olduğun önemli değil. Hoş geldin, umarım sana güzel şeyler katar bu yazı.

Kitabı okumuşsan bile okuduğunun ne kadar önemli ve değerli şeyler olduğunu daha iyi anlaman adına bu yazıyı okumaya devam etmeni tavsiye ederim. Eğer kitabı okumamışsan bu yazı merakını ve zihnini besleyebilir, hayatında güzel başlangıçlara sebep olabilir. Okumaya ayırdığın zaman için kendine teşekkür edebilirsin.
Bu yazıda, Hakikat Kitabı’nı, hakkında yazı yazacak, videolar hazırlayacak ve insanlara çokça tavsiye edecek kadar önemli yapan şeylerden bahsedeceğim biraz. Ve sen bu sayede, eğer doğru bir şekilde bakabilirsen, Kuran’ın muazzam detaylar barındırdığını anlayacaksın. Sorular soracağım, düşünmeni isteyeceğim senden. Birlikte düşüneceğiz. Belki de uzun zamandır cevabını aradığın bir soruyu göreceksin burada, aradığını bulmaya yaklaştığın anların mutluluğunu yaşarsan çok sevinirim senin adına. Bir de, bu soruları şimdiye kadar kaç kişi sormuş, sormuşsa da kaçı tutarlı-tutarsız cevaplar vermiş zamanla bunu da göreceksin.
Öncelikle, Kuran hakkında ne kadar bilgiye sahipsin bilmiyorum. Hayatındaki yeri nedir onu da bilmiyorum. Kendi anladığın dilde meailini okuyup anlamaya çalışmış olabilirsin, hayatının merkezine almış da olabilirsin, ya da okuyup bir kenara kaldırmış olabilirsin. Belki de defalarca anlama girişiminde bulunup, bu girişimlerin hepsini yarıda bırakmış da olabilirsin. Kuran hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayan birisi de olabilirsin. Daha pek çok olasılıktan birinin içindesin mutlaka. Her ne olursa olsun, ben inanıyorum ki bu satırlar izler bırakacak yüreğinde.

Bu yazının amacı, asırlardır sorulan onlarca sorunun cevabının vahiyde olduğunu kanıtlamak, insanları vahye yönlendirmektir. Ve vahyin insanlara verdiği mesajı daha iyi anlamalarına vesile olma niyetidir. Çünkü Kuran, üzerinde düşünülmesi gereken muazzam detaylar anlatıyor. Bu cümle pek çok insan tarafından kurulur öyle değil mi? Ve bunun gibi onlarca güzel cümle. Aslında Kuran, tüm bu güzellikleri ve çok daha fazlasını barındırıyor. Peki bu cümleleri söyleyenler, anlattıkları ile ne kadar dolduruyor bu cümlelerin içini? Ya da bu cümlelerin içini doldurmaya çalıştıkları şeyler, senin kalbini dolduruyor mu, aradığın cevaplara merhem oluyor mu? Bunu, yazı ilerledikçe düşüneceksindir.

Kuran hakkında ne kadar bilgiye sahip olduğunu düşünüyorsun bilemiyorum. Ne kadar doğru sorular soruyorsun ve bu cevapları almak için nasıl bir bakış açısıyla bakıyorsun işaretlere, insana, aleme.. Bilemiyorum. Amacım bu bakış açısını güzelleştirmek. Bunun için sana birkaç ön bilgi vereceğim Kuran hakkında. Mesela, yaklaşık 15 asır önce gönderilen Kuran ayetlerinin yazacak olduğum bilgilerden bahsettiğini biliyor muydun?

KURAN’IN,
-Einstein’ın 1905 yılında ortaya attığı E=m.c2 formülünü bildirdiğini,
-Bugün bilim dünyasının “Higgs Bozonu” olarak adlandırdığı enerji alanının da bilgisini verdiğini,
-Sirius, Venüs, Güneş, Ay gibi gök cisimlerinin(sistemlerin) görevlerini anlattığını,
-Sirius A ve Sirius B’nin birbiri etrafında dolanma sürelerini verdiğini,
-Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün gezegenlerinin cennetler ile olan bağlantısını verdiğini,
-Diğer boyutlarda yaşamın ne şekilde olduğunun ve üst boyutlar olan bu alanlara hangi aşamalardan sonra gidebileceğinin bilgisini verdiğini,
-Alem nasıl yaratıldı, insan nasıl yaratıldı gibi soruların cevaplarını onlarca detayıyla anlattığını,
-Teleportasyon (ışınlanma) yapabilen ilim sahibi bir varlığın kıssasını anlattığını,
-Kuantum fiziğinde frekansı bilinen bir taneciğin enerjisinin hesaplanabildiğini gösteren formül olan Planck formülüne işaret ettiğini,
-Evrenin yaşının dünyanın yaşına oranını verdiğini,
BİLİYOR MUYDUN?

Ve bunlar gibi daha onlarcasını içinde barındırdığını biliyor muydun ?
Bu bilgilerden ne kadar haber ya da bihabersin ? Bu bilgilerin doğruluğuna inanmanı sağlayacak deliller nelerdir ? Bunlar, sorulması gereken ilk sorular arasında yer alıyor. Bunların sorulmasından çekinmez bunları bilen, çünkü bir şeyin akla ve kalbe sirayet etmesi için delilleri bilmeli önce insan.

Ortaya konulan bir bilginin doğruluğunu gerçekten merak ediyorsan, o bilginin hangi temellere ve delillere dayandığını görüp, bundan sonraki aşamada inanıp inanmamaya kendin karar verebilirsin. Hakikate talipsen, bunu yaptığında sana çok güzel kapılar açılır. Bunun dışında, önyargıyı seçtiğinde karşına çıkacak olan yolların sorumlusu yine sensin.

Şimdi sana birkaç cümle kuruldu. Kuran’da olduğu söylenen birkaç bilgi sunuldu. Elbette bu bahsettiğim bilgilerin açıklamaları, yazının başlığında da yer alan Hakikat Kitabı’nda anlatılıyor. O yüzden o bilgilerin detaylarını ve nasıllığını buraya yazmayacağım. Çünkü hepsi tek başına hayli detaylı konular. Bunların Kuran’da olduğunu söylememdeki amaç, ortaya konulan bilgilerin ciddiyetini farkında varmandır. Ve bu bilgilerin detaylarının Kuran içinde anlatıldığını bilmen ve bu Kuran’ı, en azından bu bilgileri gözönünde bulundurarak değerlendirmen gerektiğini düşündüğüm içindir.

Bu arada bir dipnot eklemek istiyorum. Eğer Kuran’a iman ediyorsan ve vahyi yeterli bir kaynak olarak görüyorsan bu çok güzel bir şey. Zira, olması gereken bir şey.

Kuran’da onlarca konu var ve bu konular birbiri ile organik bir bağa sahip. Ayetler ve kavramlar birbirinin detay bilgilerini veriyor. Bu bağlantıların bir kitap içerisinde yazılmasının amacı, Kuran’daki bu bağlantıları insanların görmesini sağlamaktır. Dolayısıyla başlıkta zikrettiğim kitap, ayetlerden başka bir şeye işaret etmiyor.

Ayrıca, “Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” Yusuf 76 buyruluyor Kuran’da. Bu yüzden eksik olduğunu her daim kabul etmeli insan. Kendisinin göremediği şeyleri başkalarının görebileceğini farkında olmalı. Ya da başkalarının göremediğini kendisi de eğer isterse görebileceğini. Çünkü bu muazzam sistem, gelişim üzerine kurulu. Bir varlık, önce eksik olduğunu kabullenmeli ki gelişebilsin öyle değil mi ?

Şu andan itibaren, aşağıda soracak olduğum sorular, görebilen için, insanın ne denli eksik olduğunun ve Kuran’ın ne kadar muazzam ve detaylı bir kitap olduğunun “bazı” kanıtlarıdır. Bu kanıtları, cevaplarla değil sorularla birlikte sunacağım. Soracak olduğum soruların tamamının cevabı var. İnsanın kalbini ve aklını bütünüyle kuşatıp tatmin edecek şekilde cevaplar bunlar. Kaçamak cevaplar değil, bilindik cevaplar da değil. Muazzam bir sistemin detaylarını barındıran cevaplar. Ayrıca soracak olduğum sorular, şimdiye kadar insanların cevaplarını Kuran’da tam anlamıyla bulamadıkları, bu yüzden anlattıklarıyla çelişkiye düştükleri çok önemli soruları barındırıyor.

Bu soruların içinde çok merak ettiğin ve dikkatini çekecek şeyler var buna eminim. Hatta şimdiye kadar çokça kez sormuş olduğun ama cevabına tam anlamıyla ulaşamadığın için boşluğa düştüğün, yorulduğun, belki seni Kuran’ı inkar etmek gibi menfi bir yola götüren o anlardaki sorular da var.

Başlamadan önce tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum. Soracak olduğum soruların cevabı Kuran’da tüm detaylarıyla açıklanıyor ve bu detayların Kuran’da açıklandığı, Hakikat Kitabı’nda ispat ediliyor. O yüzden bu soruların cevabına ulaşmak istiyorsan, Hakikat Kitabı’nı okumanı tavsiye ederim.

Önemli!
Emrah Eryılmaz, Hakikat Kitabı’nın satışından elde edilecek kazanç üzerinden hiçbir ücret talep etmemiştir. Kitabı internet üzerindeki kitap sitelerinden sipariş edebilirsiniz.

Şimdi sorularımıza geçelim.

BİRİNCİ SORU
“Sizden birinize ölüm gelince, onu elçilerimiz(rasullerimiz) vefat ettirir. Onlar kusur etmezler.” Enam 61. Ayet
“De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” Secde 11. Ayet
Kuran’da, insanı öldürmekle görevli iki farklı varlık grubu bilgisi veriliyor. İlk ayette “elçilerimiz” şeklinde çoğul bir ifade kullanılırken, diğer ayette “ölüm meleği” ifadesi tekil olarak kullanılıyor. İki farklı bilgi verilmesinin sebebi ve detayları nelerdir? İnsanı hangi durumlarda elçiler, hangi durumda ölüm meleği vefat ettirir?
Bu iki ayet, bir konu hakkında detay olarak verilen iki bağlantılı bilgidir.

İKİNCİ SORU
“Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler O’na.” Mearic 4. Ayet
“Gökten yere kadar her işi O düzenler. Sonra işler, sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir günde yine O’na yükselir.” Secde 5. Ayet

Ayetlerde verilmiş olan 50.000 yıl ve 1.000 yıl sayıları neyin karşılığıdır? Neden iki farklı sayı bilgisi verilmiştir?
Bu ayetler elbette zamanın göreceli bir kavram olduğunun delillerinden birisidir. Ancak verilen bilgi bununla sınırlı değildir. Ayetteki sayı neden 30.000 değil de, 50.000 yıl olarak veriliyor? Ya da neden 2.000 yıl değil de 1.000 yıl olarak veriliyor?
Kuran’da bildirilen her ifadenin önem taşıdığını unutmamalısın. Dolayısıyla bu sayılar rastgele verilen sayılar değildir.
Ayrıca Ruh ve meleklerin, işlerin O’na yükselmesi ne demektir?

ÜÇÜNCÜ SORU
“Ve Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti.” Bakara 30.ayet
“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, dilediğiniz yerden yiyin ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz.” Araf 19. Ayet
Kuran bilgisine göre Yüce Allah yeryüzünde halife olarak Adem as’ı yarattıktan sonra onu ve eşini cennete koymuştur. Neden Yüce ALLAH “yeryüzünde bir halife kılacağım” bilgisini vermişken, onları cennete koymuştur?
Bu soruya cevap olarak, Kuran hakkında konuşan bazı kesimler, Adem’in konulduğu cennetin yeryüzünde bir bahçe olduğunu söylüyorlar. Bu söyledikleri, Kuran bilgisiyle tamamen çelişen bir ifadedir. Çünkü Adem’in (as) yerleştirildiği cennet tasvirinin yeryüzünde bulunması mümkün değildir. Bakınız ayette ne buyruluyor;
“Ey Âdem! Şu, senin de eşinin de düşmanıdır, dikkat et de sizi cennetten çıkarmasın; sonra bedbaht olursun.” “Senin burada ne acıkman söz konusudur ne de çıplak kalman.” “Ve sen burada ne susayacaksın ne de güneşten yanacaksın.” Taha 117-119. Ayetler

Ayrıca yeryüzünde halife olmak ne demektir?

DÖRDÜNCÜ SORU
“Ve hani biz, meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis dışında melekler hemen secde etmişti. O yan çizdi, büyüklendi. Ve o kâfirlerden oldu.” Bakara 34.Ayet
“Buyurdu: “O hâlde çık oradan! Muhakkak ki sen kovuldun. Ve muhakkak ki; lanet, din gününe kadar senin üzerinedir.” Hicr 34-35.Ayetler
“Nihâyet şeytan ona fısıldayıp: “Ey Âdem, sana ebedilik/ölümsüzlük ağacını ve yok olmayacak bir hükümranlığı göstereyim mi? dedi.” Taha 120. Ayet
“Derken, şeytan, kendilerinden gizlenmiş çirkin yerlerini onlara açmak için ikisine de vesvese verdi. Dedi: “Rabbinizin sizi şu ağaçtan uzak tutması, iki melek olarak ölümsüzlerden olmayasınız diyedir.” Araf 20. Ayet

Adem as yaratıldıktan sonra, Allah’ın emrine karşı gelip Adem’e secde etmeyen İblis cennetten kovulmuştur. Sonraki süreçte Yüce Allah, Adem as’ı ve eşini cennete koymuştur ve şeytan ikisine vesvese vermiştir.
Sorumuz ise şöyle, cennet boyutlarına giremeyen şeytan, Adem as ve eşine nasıl vesvese vermiştir?
Özellikle üçüncü ve dördüncü soruları cevaplayamayanlar, yukarıda da söylediğim gibi, bunun çaresini Adem as’ın dünyadaki bir bahçeye konulmasında buluyorlar maalesef. Fakat böyle düşünmek Kuran’daki bir çok bilgiyle çelişmek demektir.

BEŞİNCİ SORU

“Andolsun, senden ve içlerinde sana tabi olacak olanlardan tümüyle cehennemi DOLDURACAĞIM.” Secde 85 (İblis cennetten kovulduktan sonra Rahman’ın vaadi)
“Böylece Rabbinin sözü tamamlanıp GERÇEKLEŞMİŞTİR: “Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan tümüyle dolduracağım.” Hud 119

Yukarıda vermiş olduğum iki ayete baktığımız zaman, Secde 85’te İblis cennetten kovulduktan sonra, ona uyacak olanların cehenneme doldurulacağı vaadi veriliyor. Ve bu vaad gelecek zaman kalıbında veriliyor.
Hud 119’da ise cinlerin ve insanların cehenneme doldurulmasının gerçekleşmiş olduğunu söylüyor. Ve fiil geçmiş zaman kalıbında kullanılıyor. Bu iki ayetin iki farklı zaman kalıbında verilmesinin nedeni nedir ?

Ve en önemlisi de cehennem nedir ve nerededir? Çoğunluğun zannettiği üzere sobaya atılan odunlar gibi somut bir ateşe atılıp orada sonsuza kadar yanmak mıdır cehennem? Böyle bir cehennem algısı Kuran’a uygun mudur?

ALTINCI SORU

“Ve O, sizi geceleyin vefat ettirendir. Gündüz neler yapıp neler kazandığınızı bilir. Sonra, belirlenmiş süre işletilip tamamlansın diye, gün içinde sizi diriltir.” Enam 60.ayet

Bu ayete göre varlıklar “geceleyin” vefat ederler. “Gündüz” sürecinde ise amel işlerler.
Ayetteki “gece” ve “gündüz” kelimelerinin, dünyada yaşadığımız anlamda fiziksel gece-gündüz olmadığı çok açıktır. Çünkü eğer bunu fiziksel gece-gündüz olarak düşünürseniz, gündüz vaktinde de gece vaktinde de nefsler yaşam ve imtihan üzerinedir. Ve nefsler sadece gece vefat ettirilmezler. Fiziksel anlamda gündüz vaktinde vefat eden nefsler de vardır. Ayrıca kayıt sistemi her nefs için gece de gündüz de aktiftir.

O halde ayetteki gece ve gündüz ifadeleri ile kastedilen süreçler nedir?
Küçük bir not eklemekte fayda var. Ayetin orijinal metninde “vefat ettirendir” ifadesi geçmesine rağmen, ayetle alakası olmayan kelimeler meallere eklenmiştir. Ve pek çok mealde “geceleyin uyutandır” şeklinde çeviriler yer alıyor. Böyle bir çeviri yapmak, ayette “gece” ile kastedilenin ne olduğunu bilmeden, ayeti kişinin kendi zannına ve yorumuna göre anlamlandırmaya çalışmasıdır. Bu da kişiyi yanlış sonuca götürür.

YEDİNCİ SORU

Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Nisa 79

Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, onunla sevinirler; kendi ellerinin takdim ettiği dolayısıyla onlara bir kötülük isabet ettiğinde, hemen umutsuzluğa kapılırlar. Rum 36

Kuran’a göre, insanlara bir kötülük ya da iyilik isabet etmesi, insanın kendi elleriyle takdim ettiklerinden dolayıdır. O halde bunca imtihan çeşitliliğinin sebebi nedir? Ve bu imtihanların arasındaki farkı etkileyen unsurlar nedir?

Bir insan düşünün, düşük bir algı seviyesinde dünyaya geliyor, Kuran’ı kendi anladığı dilde okuma imkanına sahip değil, doğduğu ülkenin imkanları onu zor şartlara sürüklüyor. Varlık içinde olan ve israf eden insanlar varken hem de. Afrika’da doğmuş bir insanla, herhangi bir Avrupa-Asya ülkesinde imkanlar içinde doğmuş bir insanın bu ülkelerde doğmasının sebebi nedir?

Çeşitli ağır fiziksel ( örneğin DNA bazında çeşitli hastalıklar) ve ağır psikolojik hastalıkları yaşayan insanlara bu imtihanlar hangi yasalara göre verilir?

Aslında bu soru başlığı altında sorulabilecek onlarca soru var. Bu soruları kendiniz çoğaltabilirsiniz. Bunun için çevrenizdeki imtihanlara bakmanız yeterli olacaktır.

SEKİZİNCİ SORU

Sur’a da üfürülmüştür, artık onların tümünü bir araya getirmişiz. Kehf 99
Sur’a üfürüleceği gün, artık dalga dalga geleceksiniz. Nebe 18

İki ayeti karşılaştırdığınızda göreceğiniz üzere Kuran’da sura üflenmesiyle ilgilenmesiyle ilgili iki farklı zaman kalıbında ayet bilgileri veriliyor. Bir grup ayette “sura üflecek” şeklinde gelecek zaman kalıbında geliyor, bir grup ayette ise “sura üflendi” şeklinde geçmiş zaman kalıbında geliyor. Bu farklılığı sebebi nedir?

Bir dipnot daha eklemekte fayda var. Bazıları bunun Arapça’da bir dil kuralı olduğunu, Kuran’da, bir olayın onun gelecekte kesin olarak gerçekleşeceğini vurgulamak için fiilerin geçmiş zaman kalıbında kullanıldığını söylüyorlar. Bu Kuran bilgisiyle tamamen çelişen bir bilgidir. Böyle bir kuralın ortaya atılmasının sebebi, insanların Kuran’daki bilgilere bütüncül olarak bakamamalarından kaynaklanmaktadır. Zira bu şekilde kullanılmasının bir sebebi vardır.

Nuh, Ad, Semud kavimleri hakkında verilen ayet bilgileri, kıyamet hakkında bize ne söylemektedir? Kıyamet nedir?

DOKUZUNCU SORU

Sekizinci soruda da belirttiğimiz gibi, Kuran’da din günü, kıyamet, Araf, cennet, cehennem gibi konularda pek çok fiil geçmiş zaman kalıbında kullanılmaktadır. Bunun sebebi nedir?

1-Aşağıda, Kuran’da geçmiş zaman kalıplarında gelen fiillerden örnek verelim;

Sur’a üfürüldü; böylece Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar.Yer, Rabbi’nin nuruyla parıldadı; kitap kondu; nebiler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar.Her bir nefse yaptığının tam karşılığı verildi. O, onların işlediklerini daha iyi bilendir.İnkâr edenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara bekçileri dedi ki: ‘Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?’ Onlar: ‘Evet’ dediler. Ancak azab kelimesi kâfirlerin üzerine hak oldu.Dediler ki: ‘İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. kibirlenenlerin konaklama yeri ne kötüdür.’Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara bekçileri dedi ki: ‘Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin.'(Onlar da) Dediler ki: ‘Bize olan va’dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah’a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. Zümer Suresi 68-74.ayetler

2-Aşağıda, Kuran’da gelecek zaman kalıplarında gelen fiillerden örnek verelim;

Kim bundan yüz çevirirse, şüphesiz kıyamet günü o, bir günah-yükü yüklenecektir. Onda ebedi olarak kalıcıdırlar. Bu, kıyamet günü onlar için ne kötü bir yüktür. Sur’a üfürüleceği gün, biz suçlu-günahkarları o gün, gömgök olarak’ toplayacağız. Yalnızca on kaldınız diye kendi aralarında fısıldaşacaklar. Onların sözünü ettiklerini biz daha iyi biliyoruz. Tutulan yol bakımından onların daha üst olanları ise: ‘Siz yalnızca bir gün kaldınız’ derler. Taha 100-104.ayetler

Aynı konudaki ayetlerin bir kısmının geçmiş zamanda, bir kısmının gelecek zamanda anlatılmasının elbette makul bir sebebi vardır. Aslında buraya kadar sorulan soruların hepsi, Kuran’ın bütüncül bir şekilde anlattığı harika bir sistemin detaylarıdır.

ONUNCU SORU

“Bütün insanların kuşunu boynuna bağladık. Kıyamet günü kendisine, önünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkaracağız” İsra 13. Ayet

Ayette verilen kuş bilgisi neyin karşılığıdır ve bu kuş neden insanın boynuna bağlanır?
Maalesef pek çok Kuran mealinde yapılan hatalardan birisi de, yine ayet bilgisiyle alakası olmayan kelimelerin parantez içinde ayetin mealine eklenmesidir. Meallere göz atarsanız bu ayete yapılan eklemeleri görebilirsiniz.

ONBİRİNCİ SORU

“ALLAH göklerin ve yerin nurudur. Nurun örneği şuna benzer: içinde lamba bulunan bir kandil… Lamba bir cam kap içindedir. O cam kap ise, inci gibi parlayan bir yıldız (gezegen) gibidir. (o cam kap) Ne doğuda ne de batıda olmayan, zeytinyağı üreten mübarek bir ağaçtan yakılır/tutuşturulur. Yağı, neredeyse ateş değmeden aydınlık verir. Nur/ışık üzerine nurdur/ışıktır. ALLAH dileyeni/dilediğini ışığına ulaştırır. İşte ALLAH insanlar için böyle örnekler verir. ALLAH her şeyi bilir.” Nur 35. Ayet

Nur suresi 35.ayette verilmiş olan,
-Nur, lamba, kandil, cam kap, inci gibi parlayan yıldız, zeytinyağı, mübarek ağaç, yakılma, aydınlık, nur üstüne nur şeklinde yapılan tasvirlerin karşılığı nedir? Hangi kelime, hangi bilgiye karşılık gelmektedir? Yani kısacası, bu ayetin bize vermek istediği mesaj nedir?

ONİKİNCİ SORU

“ALLAH’tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O’nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hala düşünüp ibret almayacak mısınız?” Secde 4. Ayet

“O, yeryüzüne, denge ve dayanıklılık sağlayan dağları üstünden yerleştirdi. Onda bereketlere vücut verdi. Ve onda, besinlerini isteyip duranlar için eşit miktarda olmak üzere dört günde takdir edip düzenledi. Sonra buhar/duman halindeki göğe yöneldi de ona ve yerküreye şöyle seslendi: “İsteyerek veya istemeyerek gelin!” Onlar şöyle dediler: “İsteyerek geldik!” Böylece onları, iki günde yedi gök halinde takdir edip her göğe kendi iş ve oluşunu vahyetti. Ve biz, dünya semasını kandillerle ve bir korumayla donattık. İşte bunlar Aziz ve Âlim olanın takdiridir.” Fussilet 10-12. Ayetler

Kuran’da göklerin ve yerin yaratımı ile ilgili ayetlerde 2 gün, 4 gün ve 6 gün olarak verilen ifadelerin karşılığı nedir? Bu sayılar neden 2, 4 ve 6’dır ve ayette neden saat, ay, yıl gibi ifadeler değil de “gün” ifadesi kullanılmıştır?

ONÜÇÜNCÜ SORU

“Sonra kullarımızdan seçtiklerimizi Kitap’a varis kıldık. Böylece onlardan bir kısmı nefsine zulmedicidir, onlardan bir kısmı muktesittir. Onlardan bir kısmı da ALLAH’ın izniyle hayırlarda yarışanlardır. İşte o ki, o, büyük fazldır. Adn cennetleri (onlarındır)… Oraya girerler; orada altın bilezikler ve inciler takınırlar. Orada giysileri de ipektir. “Ve bizden hüznü gideren ALLAH’a hamdolsun, muhakkak ki Rabbimiz, gerçekten Gafûr’dur (mağfiret eden), Şekûr’dur (şükredilen).” dediler. Ki O, bizi durulacak, kalınacak bir yurda yerleştirdi. Orada bize bir yorgunluk dokunmaz ve orada bize (açlık ve meşakkatten dolayı) bir bıkkınlık ve usanç dokunmaz.” Fatır 32-35. Ayetler

Ayette Kitap’ın varisleri olarak bilgisi verilen varlıklar kimlerdir? Ayeti dikkatli bir şekilde okursanız, bu varlıklar nefsine zulmetse de, orta yolda olsa da, hayırlarda yarışsa da cennetlere giriyorlar. Bunun sebebi nedir?

ONDÖRDÜNCÜ SORU

Yazıyı kısa tutmak açısından bazı kavramların anlamlarını toplu bir şekilde bir soru altında soracağız.
Kuran’da geçen, Ruh, vesvese, Araf, Berzah, cennet, cehennem, 7 gök kavramlarının anlamı nedir?
Kuran’da İlliyyin, Siccin, Güneş, Ay, yıldızlar, Tarık, Şira gibi adı geçen sistemlerin görevleri nelerdir?

ONBEŞİNCİ SORU

“Kahrolası insan, ne kadar da nankördür! Hangi şeyden yarattı onu? Bir nutfeden. Yarattı onu, planlamasını yaptı. Sonra ona yolu kolaylaştırdı. Sonra öldürdü onu, kabre koydu. Sonra, dilediği zaman onu tekrar diriltti! Hayır, hayır! O, O’nun kendisine emrettiğini hiç yerine getirmedi.” Abese 17-23. Ayetler
“ALLAH’a nasıl nankörlük edersiniz ki, siz ölüler idiniz, O sizi diriltti; yine öldürecek, yine diriltecek; sonra O’na döndürüleceksiniz.” Bakara 28. Ayet
“(Başarısız olan inkârcılar) Şöyle dediler: “Rabbimiz! Bizi iki kez öldürdün, iki kez dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Buradan çıkmak için bir yol daha var mı?” Mumin 11. Ayet

Kuran’da yeniden dirilmekle alakalı fiillerin, bazı ayetlerde “diriltti” bazı ayetlerde “diriltecek” olarak geçmesinin sebebi nedir?

ONALTINCI SORU

“ALLAH, nefsleri, ölümleri sırasında vefat ettirir. Ölmeyenleri de uykuları sırasında. Sonra, haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar; ötekileri, belirlenen bir süreye kadar salıverir.” Zumer 42.ayet
Nefslerin ölümleri sırasında vefat etmesi ne demektir ? Ölmeyenin uykusunda vefat ettirilmesi ne demektir ? Ayetteki “uyku”nun dünya yaşamındaki fiziksel uyku olmadığı çok açıktır. Çünkü ölmeyen insanlar fiziksel uyku dışında da pek çok şekillerde vefat ederler.

ONYEDİNCİ SORU

Yeryüzünde tarihte büyük izler bırakmış yüzlerce bilim adamı, filozof, yazar, düşünür, komutan yaşam sürmüştür. Yapılan icatlar, buluşlar, savaşlar, öne sürülen fikirler öyle önemli noktalara gelmiştir ki, burada bir parmak izine(19) şahit olunmuştur. Bu isimlere örnek verecek olursak;

Sokrates, Farabi, İbn-i Haldun, Arthur Schopenhauer, Friedrich Nietzsche, Karl H. Pribram, Aldous Leonard Huxley, Mustafa Kemal Atatürk, Ercüment Özkan, Diyojen, Cabir b. Hayyan, Celalettin-i Rumî, Gilbert Ryle, Osman Bey, Irving Langmuir.

Bu örnekler kitap içinde onlarcası ile çoğaltılmıştır. Bu gibi onlarca varlık, yeryüzüne yaptıkları müdaleleri O’nun izniyle yapmışlardır. Peki bu insanlar üzerinde işleyen sistem nedir? Bu insanlar yeryüzüne neden, nasıl gönderilmiştir?

Melek nedir? Melekler kimlerdir? Çeşitleri nelerdir?

ONSEKİZİNCİ SORU

Onyedinci soruda ismini verdiğimiz varlıklar seçilerek gönderilmiştir. Bunların bağlı olduğu planın yanında bir de “Rasuller ve Nebiler” için bir plan vardır. Rasuller ve Nebiler neye göre seçilirler? Vahiy alma potansiyeline nasıl ulaşmışlardır?

ONDOKUZUNCU SORU

“İçinde onlar çığlık atarlar: “Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım.” Size orda, öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur.” Fatır 37

Kuran’a göre hiçbir insan din gününde, “bana yeterli miktarda ömür verilmedi” ve “bana uyarıcı/elçi gelmedi” bahanesini öne süremeyecektir. Çünkü tüm insanların yaşam planları buna göre İlahi plan tarafından dizayn edilmiştir.

İnsanların yaşamları nasıl yasalarla dizayn edilmiştir ki, 45 yaşında ölen bir insanla 120 yaşında ölen bir insanın akledeceği süre adil bir şekilde ikisine de verilmiş olsun? Sayılar sadece örnektir, yerlerine hangi sayıları koyarsanız koyun, önemli olan bunların bir yasaya göre insana yaşatıldığını bilmenizdir. Peki nedir bu yasalar?

Ya da Amazon ormanında doğmuş ve medeniyetten uzak, ve Kuran’ın adını bile duyma imkanından yoksun insanlar, ne tür yasalarla o haldeler ki, “bize elçi gelmedi” bahanesini sunamasınlar?

 

Sonuç olarak;

Bu ve bunlar gibi onlarca soru sorulabilir. Ve bu yazıya eklenebilir. Yazıyı kısa tutmak için bu soruları şimdilik burada sonlandırdık. Kitabı okudukça bu soruların yenilerini kendiniz ekleyebileceksiniz. Başta da belirttiğim gibi sizden istenen, eğer merak ediyorsanız hayatınızı güzelleştirecek Hakk cevapları aramanızdır.

Hakikat Kitabı 2014 yılında basılmış ve yayımlanmıştır. 2019 yılının Ramazan ayında, bu kitabın devamı niteliğinde olan Hakikat Planı yayımlanmıştır. Bu kitapta da, ilk kitaptaki bilgilerin detayları ve bu detaylara ek olarak onlarca yeni bilgi Kuran ayetleri ışığında tevil edilmiştir. Ve bu tevilleri okumak, burada sorulan sorular gibi pek çok soruya gebe oluyor.

“Kitabın size sunduğu tek şey hakikatlerdir. Bu yüzdendir ki bunun sorumluluğunu alabilecek ve uygulayabilecek nefslerin okuması tavsiye edilir. Bizlerin sizden istediği şey, size verilecek olan bilgiler içerisindeki her cümleyi ve kelimeyi, iyice gönül süzgecinizden geçirerek düşünmenizdir. Amaç, her insanın parmak izi gibi eşsiz olan bakış açısını değiştirmek değil, onu desteklemek ve beslemektir. Böylece siz, bu kitap içinde verilmiş bilgileri idrak ettikçe, bugüne kadar size atalarınızdan aktarılmış olan doğru bildiğiniz şeylerin, kaynağın kendisi olan Kur’an ile ne kadar alakalı veya alakasız olduğuna, kendiniz karar vereceksiniz.” HAKİKAT PLANI, Emrah Eryılmaz, Sayfa 22

Selam ile…

SALÂT NEDİR ?

Salat’ın (namaz) vahiy içerisinde verilen iki anlamı vardır. İlki desteklemek diğeri nefsler için bir ibadet yöntemi olan namaz’dır. Öncelikle Allah’ın insanların namazına ve daha bir çok ibadetine ihtiyacı yoktur. O Gani ve Samed’tir. Fakat insanların bu ve buna benzer bir çok ibadet ve ayet bilgisini uygulaması bu dünyadan çıkış biletidir. Sizin sorduğunu namaz bir ibadet yoludur. İnsanlardan bunun yapılması istenmesinin ana olarak “2” amacı vardır. Bu amaçların birbirlerine neden-sonuç ilişkisi ile bağlıdır. Bunları yazmadan önce namazın olmazsa olmazı, doğru uygulanmasıdır. Bunun için öncelikle abdest almak ve söylediğiniz ayetlerin anlamlarını bilmek namaz kılmanın olmazssa olmazıdır. Eğer kişi namaz sırasında ne söylediğini bilmiyorsa kesinlikle namazdan uzak durmalıdır (Nisa/43).

İlk amaç, görev bilincidir. Bunun nedeni, insanı günün belirli saatlerinde ve en önemlisi uykunun esir aldığı saate kendisine verilen görevi yapma sorumluluğuna eriştirme gayesi vardır. Çünkü insanoğlunun imtihan edildiği sistemde kendisi üzerine çizilen yol, cennet boyutları denilen gerçek yaşama adımlarına atmaları ve görev planına alınarak alt boyutlarda görevli olmalarıdır. Bunun için namaz, insanlara farz kılınmış vakitlerde üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getiriyor mu getirmiyor hususunda bir imtihandır.

İkinci amaç, kişiye faydası olacak olan sonuçtur. Bu sonuç “muhakkak ki salât (namaz), çirkin utanmazlıklardan ve kötülüklerden alıkoyar (Ankebut/45)” olarak verilmiş durumdur. Peki bu durum nasıl olmaktadır ?

“Müminlerin kalplerine, îmânlarını îmân ile artırsınlar diye sekîneti indiren, O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Ve Allah; Alîm’dir, Hakîm’dir. Mü’min kadın ve erkekleri orada ebedî kalmak üzere altından nehirler akan cennetlere koysun ve onların günahlarını örtsün diye. İşte bu, Allah’ın indinde fevz-ül azîmdir. Bir de; kötü bir zan ile zanda bulunan münafık erkeklerle münafık kadınları ve müşrik erkeklerle müşrik kadınları azablandırması için. O kötülük çemberi, tepelerine insin. Allah, onlara karşı gazablanmış, onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Varacakları yer ne kötüdür.” Fetih 4, 5, 6. Ayetler

“Ey iman edenler! Allah’ı çok zikirle zikredin. Ve O’nu, sabah akşam tesbih edin. Sizi, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, üzerinize salat eden (destekleyen/rahmet eden), O ve O’nun melekleridir ki O, müminlere Rahim’dir.” Ahzab 41, 42, 43. Ayetler

Namaz = Sekinet = Sakinlik, huzur, güven = Karanlıklaradan aydınlığa çıkmanın verdiği his = meleklerin salat etmesi, sekinetin indirilmesi = Mumin şuurunda olan nefsler için

Eğer nefs Mümin şuuruna ulaşmış ise hayat ve onun işleyişi hakkında bir çok bilgiye ulaşmış ve onları idrak etmiştir. Bu bilgilerin temeli kalp merkezli olarak bina edilen bir algıya sahiptir. Bu sebeple adalet, doğruluk, iyilik, güzellik, paylaşımcılık, affedicilik vb. daha bir çok insanı insan yapan müspet şuur alanı içinde yer alan amelleri yapma bilincine ulaşmıştır. İşte bu şuur alanında olan Mümin için, namaz farklı bir hal alır.

Sekinet olarak bilgisi verilen huzur ve güven, nefste kıldığı her vakitte aktifleşir. Bunun karşılığı, Seratonin, Dopamin, Oksitosin ve Endorfin olan mutluluk hormonlarının aktive olmasıdır. Bunların sonucunda nefs, sekinet haline ulaşır. Bu zihinsel ve fiziksel yükleme kişiyi kötülüklerden hem zihinsel hemde maddesel dünyasında, çirkin utanmazlıklardan ve de kötülüklerden alıkoyar.

Çirkin utanmazlıklar = Maddesel dünyada yer alan kötü düşünce ve bunların yansıması olan davranışlardır

Kötülüklerden Alıkonulmak = İnsan metabolizması, yaşadığı her an içinde milyonlarca hücreyi kaybetmekte aynı zamanda yine yeni bir çok yeni hücre üretmektedir. Nefsin sahip olduğu şuur alanı eğer menfi bir alanda (depresif, karamsar, öfkeli, sevgisiz, huzursuz, stresli, gergin vb.) her nefes aldığı saniye, hücrelerin yeniden oluşturulma aşamasında bu menfi akımın etkisinde bedene sinyal gönderir. Böylece bedensel anlamda sorunlar yaşamaya başlar. Bir çok farklı hastalığın sebebi olan bu durum atipik hücre çoğalmasının da sebebidir.

Fakat Mümin şuuruna sahip olan bir kişi müspet şuur alanında olduğu için kıldığı namazlar onun için sekinete dönüşür. Böylece O’nun Rahim esması kulda tecelli eder. Tıpkı Yusuf’un “ben, nefsimi temize çıkaramam. Muhakkak ki nefs, kötülüğü emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği hariç (Yusuf 53)” olarak bilgisini verdiği durum gibi, Rahim tecelli eder ve kötü amelin önüne geçilir.

“Hani o inkâr edenler, kendi kalplerinde, ‘öfkeli soy koruyuculuğu’nu (hamiyeti), cahiliyenin ‘öfkeli soy koruyuculuğunu’ kılıp kışkırttıkları zaman, Allah da Resûl’ünün ve mü’minlerin üzerine sekînetini indirdi. Ve takva sözü onlara elzem oldu (hakettiler). Ve onu (takva sahibi olmayı), en çok onlar hakettiler. Ve ona ehil (lâyık) oldular. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.” Fetih 26. Ayet

Tabi ki bunun tersi olan Mumin şuuru dışında yer alan menfi şuur alanı hallerinde ise kişi bu nimetlerden uzak kalır. Böylece bu durumun sonuçlarını yaşar;

Sekinetin Olmaması

“Bir de; kötü bir zan ile zanda bulunan münafık erkeklerle münafık kadınları ve müşrik erkeklerle müşrik kadınları azablandırması için. O kötülük çemberi, tepelerine insin. Allah, onlara karşı gazablanmış, onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Varacakları yer ne kötüdür.” Fetih 6. Ayet

Hem zihinsel hemde maddesel dünyada eğer nefste sekinet duygusu aktifleşmemis ise hormonol sistem doğru çalışmaz. Böylece depresif, karamsar, öfkeli, sevgisiz, huzursuz, stresli, gergin bir halde olan nefs için vesvese kodu çok daha kolay hakimiyet kurar. Sonrasında kötü işler kişiye normal şeyler gibi gelmeye başlar ve kötü işler içinde kendini bulur. Aynı zamanda metobolik anlamda da çöküşe girer ve ektiklerin biçildiği dünyada kendisi için uygun olan son ona ulaşır.

“Yoksa kötülüklere batıp yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar.” Casiye 21. Ayet

Sonuç olarak sahip olduğunuz şuur karşılığında sekinetin aktivasyonu değişmektedir. Ne zaman ki mümin şuuruna ulaşırsınız o zaman bu farkındalığı namazlarınızda yaşarsınız.

Emrah Eryılmaz

HAKİKAT KİTABI’NA YAPILAN ELEŞTİRİYE CEVAP

Selam.

Bu makaleyi, 2014 yılında yayımlanan, Emrah Eryılmaz tarafından yazılmış olan Hakikat Kitabı (Emrah Eryılmaz, kitabın satışından elde edilecek kazanç
üzerinden hiçbir ücret talep etmemiştir.) hakkında, bumudin.blogspot.com sitesinde paylaşılmış,”Emrah Eryılmaz – Hakikat Kitabı (Dikkat!)” başlıklı yazıya cevap niteliğinde yazıyoruz. Evet dikkat edin, gerçekten dikkat edin ! Dikkatle okuyun. Dikkatle analiz edip, değerlendirin. Çünkü sizden istenen, “Dikkat”e vurgu yapılmış bir yazıyı yazanların, ne kadar dikkatli olup olmadığına karar vermenizdir.

KİTAP HAKKINDA HAZIRLANAN VİDEOLARI BURAYA TIKLAYARAK İZLEMENİZİ TAVSİYE EDERİZ.

Makalemiz iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, yukarıda zikrettiğimiz yazıdaki eleştiriler ele alınıp, gerekli cevaplar verilmeye çalışılmıştır. İkinci bölümde ise pek çok insanın, muhtemelen sizin de, cevaplarını çokça merak ettiğiniz bazı sorular soracağız. Bu çok önemli sorular karşısında eğer yeterli merakınız varsa, cevaplarını bulmak için gerekeni yapacağınıza inanıyoruz.(İkinci bölüm 13.açıklamadan sonra başlamaktadır.)

Hakikat Kitabı, birçok deist insanın, Kuran’ın Yüce Allah katından indirilmiş muazzam bir Kitap olduğuna iman etmesine vesile olmuştur. Kuran’ı anlamaya çalışan, içinden çıkamadığı sorularla kafa karışıklığı yaşayan, Kuran’dan şüphe duyan onlarca insanın hayatında çok güzel kapılar açmıştır. Bunları neden söylüyoruz peki ? Böyle güzel şeylere vesile olan bir kitaba, Kuran’ı inceleyen, anlamak isteyen, düşündüğünü, sorguladığını iddia eden kimselerin, okumadan eleştiri yapmaya çalışması da bir hayli trajikomiktir.

Makalenin başında şunu belirtmek isteriz ki, kitaba gelen eleştirilere verilecek en güzel cevap kitabın kendisidir. Gelen eleştirilerin hepsinin cevabı aslında kitapta bulunmaktadır, fakat eleştiriyi yazan kişiler kitabı okumadıkları için elbette bu durumdan bihaberdirler. Yüzlerce sayfada anlatılan konuları bizim burada iki satırda özetlememiz elbette mümkün değildir. Amacımız da bu değildir. Amacımız, insanların zihinlerinde oluşabilecek muhtemel sorulara kısa da olsa cevaplar vermek ve bu soruların cevaplarının pek çok detayının Kuran’da izah edildiğini hatırlatabilemektir. Böylelikle insanlar bu soruların cevaplarını öğrenebilmek için fıtratlarının peşinden gitsinler. Yazıyı baştan sona kadar objektif bir şekilde okumanız elbette bizleri memnun edecektir. Şimdiden teşekkür ederiz. Yazımıza kitabın giriş cümlesini ekleyip devam edelim.

“Bu kitap, Kur’an-ı Kerim içinde “Kitab-ı Mubin” olarak bilgisi verilen ve bugüne kadar teviline ulaşılmamış birçok ayet ve sistem bilgilerinin, ulûl elbab’lar, ilim verilenler ve teslim olmuş nefsler için tebliğsidir. Kitap, bilgilerin verilişi açısından belirli bir sistematiğe sahiptir. Bir konunun anlaşılması, diğerini görünür kılar. Bunun içindir ki yazıldığı sıradan okumanız diğer bilgilerin idraki açısından önemlidir. Ayrıca konuların içerdiği yoğun enerji sebebiyle fiziksel (ağırlık, uyku hali vb.) ve bilinçsel olarak değişimler yaşamanız, hem okuduğunuz sırada hem de sonrasında (rüyalarınızda) olağandır. Kitabın size sunduğu tek şey hakikatlerdir. Bilenle bilmeyen bir olmaz. Bu yüzdendir ki bunun sorumluluğunu alabilecek ve uygulayabilecek nefslerin okuması tavsiye edilir.” Hakikat Kitabı Sayfa 19

BİRİNCİ BÖLÜM

Belirtmiş olduğumuz sitede yazılmış olan yazı, “Hakikat Kitabı’na Reddiye!” altbaşlığı ile paylaşılmıştır. Reddiye kelimesi sözlükte “Bir düşünceyi, bir öğretiyi çürütmek için yazılan yazı” demektir. Reddiye yazabilmek için öncelikle çürütülmek istenen yazı okunur, ardından anlaşıldıktan sonra kişi kendi argümanları ile karşılık verir. Bu sitenin paylaşmış olduğu yazıyı “Reddiye” olarak kabul edemiyoruz, çünkü yazıyı okuduğumuzda farkettiğimiz ilk şey, yazıyı yazan kişilerin kitabı baştan sona okumamış ve anlamamış olmalarıdır. Bir argümanı okumadan ona reddiye yazmaya kalkışmak, kişinin kendisiyle çelişmesine sebep olacaktır. Buna paylaştıkları yazıyı okuyarak karar verebilirsiniz. Aşağıda yazının başlığını içeren görselleri paylaştık.

 

Burada, yazıdaki eleştirileri tek tek ele almaya çalışacağız. Ve çelişkileri birlikte inceleyeceğiz. Şunu da özellikle belirtmek isteriz. Burada yazmış olduğumuz cevapları ilk olarak blog sayfasının yorum kısmında toplu bir yazı halinde paylaştık. Fakat yorumlarımız defaatle spamlandığı için(aşağıdaki görselde olduğu gibi) otomatik olarak kaldırıldı, en sonunda sayfa sahibi sayfaya “yorum onaylama” özelliği getirdi.(aşağıdaki görselde olduğu gibi). Ve yazdığımız hiçbir yorumu onaylamadığı için yorumlarımız görünmedi. Biz de gerekli cevapları bir blog yazısı halinda yazmaya karar verdik.



































































1.AÇIKLAMA
Hakikat Kitabı’nı defalarca okumuş, okuduğu süreçlerde
kitabın içerisinde çelişki, yanlış meallendirme gibi muhtemel hataları ısrarla
aramasına rağmen hiçbir zaman bulamayan birisi olarak şunu söylemek isterim.
Kitabın hiçbir yerinde yazar Rasul olduğunu iddia etmiyor. Eğer siz kendi
değerlendirmenizle yazarın böyle bir misyonu olduğu-olabileceği sonucuna
vardıysanız, ya da insanlar böyle inanıyorsa, bu kişilerin kendi inancını
ilgilendiren bir durumdur. Kitapta böyle bir ifade olmamasına rağmen, yazar için “Resullük vasfı iddia etmişti” ibaresinin kullanılması tamamen asılsızdır. Böyle bir iddianın ispatı için, kitapta “Ben Allah’ın Rasulü’yüm” ya da buna benzer bir ibare bulunması gerekir.
 
Eleştirirken
keşke adil olunsaydı ve en azından olmayan bir şey varmış gibi göstermeye
çalışılmasaydı. 
Sürekli olarak “Kuran” diyen insanlarsanız
eğer, Kuran’ın öğrettiği en önemli şeylerdendir adalet. Adil olmak, karşı
tarafı eleştirmeye uğraşırken de göstermeniz gereken bir tutumdur. Bizler kitaba karşı yazılan eleştirilere daima açık olmaya çalıştık. İnsanların yorumlarını silmek, kitaba eleştiri gelmesini engellemek gibi bir tutumumuz hiçbir zaman olmadı. Aksine insanları yapılan eleştirileri okumaya ve değerlendirmeye davet ettik. Fakat kitaba karşı yapılan eleştiriye yazdığımız cevaplar kaldırıldı, engellendi, spamlandı, silindi ve kendimizi savunma hakkımız elimizden alındı.
 
Ve diğer bir husus, yazıda konuların sadece tek ayet üzerinden
değerlendirilmeye çalışılmasıdır. Oysa Kuran bir konuyu anlatırken konuyla ilgili ayetleri
sureler içinde farklı yerlerde zikretmektedir. Bir konuyla ilgili tüm ayetleri
bir araya getirirseniz, konu ancak o şekilde anlaşılacaktır. Bu konuda eleştiriyi yazan kişinin kendi kurduğu cümle ile izah yapmak isteriz.
 
 
 
“Kuran ayetleri bir pasaj halinde okunmalıdır. Aksi halde içerisinden
bir ayeti cımbızlayıp kendi inancına delil sunanların oyunlarına kanılır”.
Fakat
ne yazık ki insanlara söyledikleri öğüde kendi yazdıkları yazı boyunca ters
düştüler. Ve Hakikat Kitabı boyunca onlarca ayet ve yüzlerce sayfada izah edilen konulara, konuyla alakası
olmayan tek bir ayet üzerinden cevap vermeye çalıştılar.
 
Ayet
cımbızlamak”
ibaresini yazarı eleştirmek için kullandılar, fakat 781 sayfalık koca kitaptaki ibareleri cımbızlayarak eleştirmeye
çalıştılar. Dolayısıyla kendileriyle çeliştiler. Yazdıkları yazı “cımbızlamak” fiilinin
örneği oldu.

Emrah Eryılmaz için “..müteşabih
ayetlerden hükümler çıkarmış ve kalbinde hastalık olanların düştüğü duruma
düşmüştü.”
ibaresini kullandılar ve yazdıkları yazı boyunca müteşabih
ayetlerden hükümler çıkarmaya çalıştılar. Bu nasıl bir çelişki ve adaletsizliktir anlamış değiliz.
 
Kuran’daki müteşabih ayetlerin tevilinin, indiği dönemde
henüz bildirilmemiş olduğunu Kuran bizlere haber vermektedir.

“Hayır, onlar ilmini kuşatamadıkları ve kendilerine henüz tevili gelmemiş bir
şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Zulmedenlerin
nasıl bir sonuca uğradıklarına bir bak.” Yunus 39
Peki müteşabih ayetler neden vardır ve bu ayetlerin tevilini kimler bilebilir ?
Ali İmran suresi 7.ayette de bildirildiği üzere müteşabih ayetlerin tevillerini
Allah bilir. Bu tevilleri Allah, vahiy planına seçtiği varlıklar aracılığıyla
insanlara bildirir. Tıpkı Cinn suresi 26-27’deki Rasullere bildirmesi gibi. Bu
konu da Hakikat Kitabı’nda uzun uzun anlatılmıştır.
 
2.AÇIKLAMA
 
BÖLÜM 1’in cevap kısmında, yazarın “Reenkarnasyon inancını İslam’a dahil etmek” iddiasının bulunduğunu yazmışlar. Oysa iddia kısmında yazar İslam’da reenkarnasyon olmadığını, “Kuran içinde bildirilen bedenlenme işleyişi,
reenkarnasyon inancındaki gibi sistemsiz bir şekilde işleyen bir durum
değildir.(Hakikat Kitabı,Sayfa 234)”
cümlesiyle özellikle belirtmiştir. Dolayısıyla yazıdaki iddia
ve cevap kısmı birbiri ile çelişmiştir. Yazar İslam’da bedenlenme olduğunu ve
bunun reenkarnasyondan farklı olduğunu kitapta detaylı bir şekilde izah
etmiştir.
 
 
Zamanın izafiyeti hakkında yazılan cümleyle hemfikiriz. Fakat Kuran’da
“1000 yıl ve 50.000 yıl” olarak verilen zaman dilimlerinin bize anlattığı tek
şey zamanın izafi oluşu mudur ? Ve neden iki farklı sayı bilgisi verilmiştir ?
 
Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler O’na. Mearic 4
Gökten yere kadar her işi O düzenler. Sonra işler, sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir günde yine O’na yükselir. Secde 5. Ayet
 
Neden “1000 yıl” denilmiştir de, “3000 yıl” denilmemiştir ? Bunun sizce de bir
cevabı olması gerekmez mi ? Yazıdaki iddiayı dikkate alırsak “vahiy kelime
israfı yapıyor” dememiz gerekir fakat vahyin kelime israfı yapması söz konusu
bile olamaz. “Ha 1000 yıl demiş, ha 3000 yıl demiş farketmez” diyorsanız, bu
iddia Kuran’ın kullandığı kelimelerin rastgele olduğu sonucuna götürür bizi,
böyle bir sonuç ise takdir edersiniz ki asla sağlıklı değildir. Bu soruların cevapları kitaptaki döngüler, bedenlenme bölümlerinde detaylarıyla açıklanmıştır.
 
3.AÇIKLAMA
 
 
 

“Melekler ve Ruh’un O’na yükselmesi” ile ilgili “Dikkat edilirse ayette ”nefsler elli bin
yıl sonra Allah’a yükselir” denmemiş”
eleştirisinin yapılması ise, Kuran’daki diğer ayetlerin bu konuyla olan bağlantısını görememiş olmalarından kaynaklanıyor. Meleklerin O’na
yükseldiği gün, nefslerin de O’na yükseldiği bilgisi,


“Rabbin geldiği ve MELEKLER dizi dizi durduğu zaman; O gün,cehennem de
getirilmiştir. İNSAN o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne
fayda?” Fecr 22-23 ayetlerinde verilmiştir. Yani meleklerin O’na yükseldiği gün, nefsler de O’nun huzurunda  toplanmıştır. Sonuç itibariyle Mearic 4’te meleklerin O’na yükseldiği gün, nefslerin de O’na yükseldiği gündür.
Bir diğer sorumuz ise, iddia etmiş oldukları “meleklerin kullandığı asansör”ün
kaç kişilik olduğudur. Çünkü işin içine yeryüzünde yaşamış milyonlarca nefs de
girmiş bulunuyor. (Fecr 22-23te yazdığımız üzere). Melekler O’nun katına çıkmak
için asansör kullanıyorsa, nefsler de aynı asansörle mi çıkıyor? Bu asansör
melekler ve nefslerin anlaşıp hep beraber bindiği bir asansör mü, yoksa
melekler 1 günde çıkıp asansör tekrar aşağıya 1 günde indiğinde, nefslerin ayrı
olarak bindiği bir asansör mü ? Meleklerin bile asansörle çıktığı O’nun katına,
insanların nasıl çıkacağı konusundaki fikirlerini merak ediyoruz. Allah’ın
ilmini (Ruh) bir asansöre nasıl sığdırdıkları da ayrı bir soru.
Bir de 50.000 yıl olan bir
yolun 1 günde çıkılması için asansörün kaç km hızla çıkması gerektiği hakkında
bizi bilgilendirmeleri gerektiğini düşünüyoruz.
 
Ayrıca yazıda Ruh kavramı “Allah’ın emri” olarak tanımlanmıştır. Oysa Kuran’a göre Ruh, varlık sahasında hareket imkanı sağlayan ilahi
tesirdir. Bilinç evrimi yapan varlıklar içinse ilahi bilgiye ulaşmak için
gerekli olan kanaldır.
4.AÇIKLAMA
Müminun 99-100.ayetlerde nefs “Rabbim beni geri gönder” diye
konuşuyor. Ayetteki nefsin dönmek istediği şey önceki bedenidir.(Bedenlenme konusunun tamamı Hakikat Kitabı’nda anlatılmıştır.) Çünkü nefs
yeniden dirildiğinde(dünyada), sonraki bedeninde elleriyle takdim ettiği kötü
amellerinin kendisine negatif anlamda yansıyacağını idrak ediyor ve bu hatalarını düzeltmek için
önceye(geriye-önceki bedenine) dönmek istiyor. Fakat böyle bir şey asla mümkün değildir diyor
ayet. Nefs, yaptığı amellerin karşılığını mutlaka görecektir.
Ve Kuran’ı parçacı olarak yorumlamaya çalışan çoğu insan maalesef Kuran’daki “yeniden diriliş” bilgisinin sadece ahiret dirilişini
anlattığını söyler. Oysa ahiret dirilişinin yanında nefslerin varlık sahası(dünya) üzerinde de yeniden dirilişleri yani bedenlenmeleri söz konusudur.
SORU : Müminun 99-100. ayetlere baktığınızda bu nefs uyanmış ve konuşuyor, madem bu nefs bu ayete göre ahirette dirilmişse(gerçekte diyalog berzahta geçmektedir, din gününde değil), neden dirildikten sonra ayetlerin devamında “Arkalarında yeniden diriltilecekleri güne
kadar berzah vardır”
bilgisini veriyor ? Bu nefsin yeniden dirilişi ahirette gerçekleşmişse, ayette neden bir daha dirileceği söyleniyor ?
Ayrıca bu kısımda “Eğer dünyaya dönmek
mümkün olsaydı cevap olarak ”Seni bin yıl sonra yeniden dünya hayatına
göndereceğiz, o zaman salih amel işlersin” demesi gerekirdi.”
cümlesini
kurmaları trajikomik olmuş. Kuran’ın böyle bir cümleyi kuracak bir üslupta olduğunu biz hiçbir zaman görmedik.
5.AÇIKLAMA
Dikkat çekmek istediğimiz bir kısım da İblis için yazmış oldukları, “Bunun üzerine diriliş gününe
kadar izin istemiş ve ihlaslı kullar hariç insanların çoğunu yoldan
çıkaracağına dair yemin etmişti. Burada bahsedilen din günü de bütün insanların
dirileceği hesap günüdür.”
kısmıdır. İblis, Adem as. cennete konulduktan
sonra Rabbinden mühlet istiyor, henüz Adem as. için hesap söz konusu
olamayacakken (çünkü cennettedir), İblis’in mühlet istediği süreç nasıl hesap günü oluyor ?
6.AÇIKLAMA
 
Yazının BÖLÜM 2 kısmında yazmış oldukları, “Nebe suresindeki bu pasajın içinden ayet cımbızlayarak dünyaya
cehennem demek tahrifattır.”
cümlesinden anlıyoruz ki, kitapta anlatılan
cehennem bilgisini yanlış anlamışlar. Evet dünya cehennem değildir. Fakat
cehennem işleyişi dünyada yaşanıyor. Bu ikisi farklı şeylerdir. Kitabın hiçbir yerinde dünyaya
cehennem denilmiyor. Cehennem’in dünyada yaşandığı bilgisine işaret ediliyor,
dünyanın ise Sekar sistemi olduğu anlatılıyor. Yani cehennemin dünya içinde var
olan bir işleyiş olduğu hatta bunların varlıkların sahip olduğu bilinç
frekansları ile orantılı olduğu anlatılıyor.
Cehennemde uygulanan azaplardan birisi olan kaynar su için, “Dünyada kaynar su içen birini gördünüz mü?…
Bu ayetlere inanmayanlar ise ‘’kaynar su
semboliktir’’ diyerek ayetleri alakasız şekilde tevil eder.”
yazmışlar. Yazının Bölüm 5 kısmında ise “Karnına ateş doldurmakla
ilgili ayetlerin birisi dünyada kul hakkı yiyerek mecazen ateş yemekten
bahseder”
(aşağıdaki görsel) yazmışlar. Bu iki
cümleyi peşpeşe dikkatlice okumanız bile APAÇIK bir şekilde nasıl çelişkiye
düştüklerinin görülmesi için yeterlidir. Demek ki azaplarla ilgili sembolik
ifadeler Kuran’da bulunuyormuş değil mi ? Biz de bunu anlatmaya çalışıyoruz zaten.

7.AÇIKLAMA
 
 
Bu cümlelerde söylediklerinden bile, yazıyı yazanın kitabı okumadığı çok bellidir. Varlıklar 50.000 yıllık süre boyunca, her 1000 yılda 1 kez dirilmek üzere, yeryüzünde toplamda 50 bedende yaşıyorlar, din gününde ise tüm bu bedenlere karşılık bir tek bedenle dirileceklerdir. Çünkü kişinin yeryüzünde yaşadığı 50 beden yalnızca bir araçtır, nefsin özünü taşıyan. Bunun yanında din gününde akrabalık bağı yoktur. Kişinin yeryüzünde sahip olduğu 50 farklı aile, din gününde hangisinden kaçacağını şaşırmasını gerektirmez. Neticede, bir kimsenin bir bedeninde de onlarca akrabası, yüzlerce tanıdığı olabilir.8.AÇIKLAMA
Yeniden dünyaya gelme inancını savunanların mantığına göre Allah derileri yakıp yeni deri yarattığı için zalim değildir. Çünkü Allah bunu uygulayacağını Nisa 56’da “Ayetlerimize karşı inkara sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz.”şeklinde bildirmiştir. Önemli olan derilerin yakılmasından ve yeni derilerin yaratılmasından anlamamız gerekenin ne olduğudur. Derilerin değiştirilmesi nedir, ateşe sokulmak nedir ? Cehennem ateşi, köftenin mangalda kızardığı gibi insanın içine atılıp kızartılacağı somut bir ateş midir ? Hayır değildir. Peki nedir ? Cehennem ateşi, Sekar (Dünya) sisteminde uygulanan bir işleyiştir. Tüm detaylarıyla Hakikat Kitabı’nda anlatılmıştır. Yapmanız gereken tek şey, merak ediyorsanız okumaktır.
Paragrafın sonundaki “İslam dini ateist iddialarına göre şekillenecek bir din değil,teslimiyet dinidir” cümlesi ise, ortaya konulan ateist-deist argümanlarını cevaplayamayan birisinin kuracağı bir cümledir. İslam dini elbette teslimiyet dinidir. Teslimiyet ise “Kafanızdaki bu sorular İslam’a karşı içinizde çelişki oluştursa da cevabını bilmeden iman etmek zorundasınız” demek değildir. Teslimiyetin ilk aşamalarından birisidir sorgulamak, düşünmek ve anlamaya çalışmak. Meseleye “İslam teslimiyet dinidir” diyerek bakmak yalnızca insanların içinden çıkamadıkları sorulara karşı bir geçiştirmedir. Ve bu soruları soranlara “Siz teslim olmuyorsunuz” demekten öteye gidemez. Oysa bu soruları soran ve cevaplarını Kuran’da samimiyetle arayan varlıklar, fıtratlarının gereğini yerine getirmektedirler. Ve bu soruların cevaplarını Kuran fazlasıyla vermektedir.
9.AÇIKLAMA
 
 
“Ayrıca İblis’e tâbi
olanların cehenneme gideceği bildirlmiştir. ”Elbette dolduracağım cehennemi
senden ve sana tâbi olan kimselerden tümüyle.” [Sad Suresi 85] Dünya cehennem
olsaydı daha önceden iblis’e uymuş olmamız lazımdı.”
olarak yapılan açıklamaya verilecek en güzel cevap, yazılan Sad 85.ayetin
açıklayıcısı olan Secde 13 ve Hud 119’ün okunulmasını söylememiz olacaktır. Her iki
ayette de geçmiş zaman kullanılmaktadır. Fakat meallerin büyük çoğunluğu bu ayetleri gelecek zaman kipi ile çevirip ayetlerin bilgilerini perdelemişlerdir.



Böylece Rabbinin (şu) sözü tamamlanıp GERÇEKLEŞMİŞTİR: ‘Andolsun, cehennemi
cinlerden ve insanlardan tümüyle dolduracağım.’ Hud 119
Fakat benden çıkan şu söz GERÇEKLEŞMİŞTİR: ‘Andolsun, cehennemi cinlerden ve
insanlardan tamamıyla dolduracağım.’ Secde 13
Demek ki önceden şeytana uyulmuş, insanlar ve cinler cehenneme doldurulmuştur değil mi ? Ve dolayısıyla nefsler cehenneme girmişlerdir. Peki Sad 85’te olayın gelecek zaman kalıbında verilmesinin nedeni nedir ? Çünkü İblis cennetten kovulduğunda, Rabbinden mühlet ister. Bu mühlet süresince Ademoğulları’nı cennetten çıkarmaya çalışacaktır. Allah ise, eğer Ademoğullarından şeytana uyan olursa “Elbette dolduracağım cehennemi senden ve sana tâbi olan kimselerden tümüyle” hitabıyla bir vaad vermiştir. Bu vaad yukarıda da okuduğunuz gibi Hud 119 ve Secde 13’te gerçekleşmiştir. Çünkü Ademoğulları cennetten, cehennem boyutuna indirilmiştir.
Yazıda “Dünyaya ilk kez
gelen bir bebek hangi günahın cezasını çekmek için dünyaya gönderildi?
İslam dinine göre bebekler masum doğarlar.
”Hiç bir günahkâr bir başkasının günahını yüklenmez.” (Necm Suresi 38)”
denilmiş.
Bu soruya biz de başka sorular ekleyelim. Evet hiçbir günahkar başkasının
günahını yüklenmez. O halde engelli ya da genetik hastalıklı olarak doğan,
savaşın ortasında doğan, tecavüze uğrayan, açlıktan ölen bebeklere ve dünyada yaşanan onca zulme nasıl bakmamız gerekir? Allah (Haşa) yarattıklarına zulüm
mü ediyor ? Elbette hayır. Bu varlıklar kimin günahının bedelini ödüyorlar ? Allah zulüm
etmiyorsa ve her varlık elleriyle takdim ettiklerini yaşıyorsa, bu bebekler
neden böyle doğuyorlar ? Bunların bir açıklaması olması gerekir öyle değil mi ? Zira “Size isabet eden her musibet, ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. Şura 30” ayeti gibi Kuran’da verilen pek çok bilgiye göre nefslerin yaşadıkları negatif imtihanlar elleriyle takdim ettikleri sebebiyledir. Bu durumlar Kuran’da her nefsin takdim ettiklerine göre bedenlenmesi(yeniden dirilme) sistemi ile detaylıca açıklanmıştır. Bu bilgilerin açıklaması Hakikat Kitabı’nda bulunmaktadır.
 
10.AÇIKLAMA
Meallerini yazmış oldukları ayetlerin devamı olan 14.ayeti de yazsalardı keşke. Yazmamışlar. Yazsalardı bir soru soracaktık. Ama onlar yazmamışsa biz buraya yazalım. “Nefsler ne hazırladığını bilip öğrendi.(Tekvir 14)” ayeti neden geçmiş zaman kalıbında verilmiş ? Çünkü Tekvir suresinin ilk 13 ayeti, döngümüzde yaşanacak olan kıyamet bilgisini anlatmaktadır. 14.ayet ise, geçmiş din günlerinde nefslerin ne yapıp ettilerini bilmeleri üzerinden, genel din gün bilgisini geçmiş zaman ile bildirmiştir. Çünkü 14.ayetteki olay zaten geçmişteki din günlerinde de gerçekleşmiştir. Gelecekte olacak olan din gününde de gerçekleşecektir.

Ya da Kuran’daki geçmiş zaman kalıbında gelen “Sura üflendi (Yasin 51)” ayetine ne diyecekler ? Sura üflendi demek ki değil mi ? Ya da Kuran’da geçmiş zaman kalıbında gelmiş olan onlarca din günü diyalogları ve kıyamet sahnelerine ne diyecekler ? Demek ki gelecekte din günü gerçekleşeceği gibi geçmişte de din günü gerçekleşti değil mi ? Gelecekte kıyametin kopacağı gibi, geçmişte de kıyametler koptu değil mi ? Fakat meallerde bu gibi ayetler yanlış çevirilerek ayet bilgileri perdelenmiştir. Aşağıda verdiğimiz örnek , Kuran’da anlatılan geçmiş zamanda gerçekleşmiş olaylardan sadece birisidir.Zümer Suresi 68-71 :Sur’a üfürüldü; böylece Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. Yer, Rabbi’nin nuruyla parıldadı; kitap kondu; nebiler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar.Her bir nefse yaptığının tam karşılığı verildi. O, onların işlediklerini daha iyi bilendir.İnkâr edenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara bekçileri dedi ki: “Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” Onlar: “Evet.” dediler. Ancak azab kelimesi kâfirlerin üzerine hak oldu.

11.AÇIKLAMA
BÖLÜM 3’te yazdıkları “Aşağıların
aşağısına çevrilenlere en güzel örnek, ‘’aşağılık maymun olun’’ emriyle hayvana
dönüşen Yahudilerdir. Allah’a verdikleri sözü bozunca maymuna dönüşme cezası
almışlardır.”
iddiasının gerçekle hiçbir alakası yoktur. Hücre evrimini
tamamlayıp bilinç evrimine başlayan insanın hayvana dönüştürülmesi Allah’ın
yasalarına aykırıdır. Ayetlerde “aşağılık maymunlar olunuz” emriyle
cezalandırılan varlıklar, hayvana dönüşmemişlerdir, bilinç olarak cehennem
boyutlarındaki bilince geri çevrilmişlerdir. Bu konuyla ilgili detaylar Hakikat
Kitabı içerisinde bulunuyor. Bir kısmını aşağıda paylaşalım.” “And olsun, sizden cumartesi günü haddi aşanları elbette biliyorsunuz. İşte biz, onlara, aşağılık maymunlar olun dedik.” Bakara 64. Ayet
Ayet, kalpleri ve gözleri mühürlenenler bilgisini tamamlayan çok önemli bir detaya sahiptir. Ayette verilmiş “aşağılık” vurgusu, maymuna yapılmamıştır. Nefslerin haddi aşması ve yasağı çiğnemesini üzerine, o bilinç boyutuna indirilmiş olan nefsler, aşağılık olarak nitelendirilmiştir. Ayette bildirilen aşağılık ifadesinin detaylandırıldığı “maymun olun” bilgisinin tamamlandığı diğer ayet bilgisini yazalım.
“And olsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık. Kalpleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.” Araf 179. Ayet


Ayetteki nefs tanımlamasının karşılığı olan bilinç boyutu, varlık sahasındaki ilk kat olan vesveseye uyan, kalp ve vicdandan uzak hayvani haldir. Bu bilinç halinde, var olan melaikeler kullanılamadığı için, ayette “kalpleri, gözleri ve kulakları” var ama “kullanamazlar” detayı verilmiştir. Devamında bu bilinç boyutunda olan varlıklar için “Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır” bilgisi verilerek bir önceki ayetteki “aşağılık maymunlar” tanımlaması detaylandırılmıştır. Bu durum insanın, maymun formunda olmadığı halde potansiyel olarak kendisine verilmiş olan lütufları kullanamayacak şekilde mühürlenmesidir. Bir diğer mana da şekil olarak insan ama kalben ve bilinç olarak mühürlenmiş nefslerin tasviridir. Nitekim varlık sahasını ve nefsleri dikkatli şekilde izlediğinizde bu mühürleme işlemine tabi olmuş olanları görebilirsiniz.” (Hakikat Kitabı Sayfa 223-224)

12.AÇIKLAMA
Melekler konusu kitabın en detaylı konularından birisidir. Burada yazacağımız tek cevap yukarıda yazmış oldukları cümleyedir. BÖLÜM 4’te “Melek resuller yemek yemezler, insanlar arasında
yaşamazlar.” demişler. Oysa yazılarında bilgilerini paylaşmış oldukları melekler yemek
yeme hususunda hakkında herhangi bir bilgi verilmiş melekler değiller. Yazdıkları yazıda yalnızca İbrahim as’a
gelen meleklerin “et” yemediği bilgisi veriliyor. Bu, onların diğer
yemekleri yemediği anlamına gelmiyor. Bu, İbrahim’e gelen meleklerin “et” yemeyi
tercih etmedikleri anlamına geliyor. Ayrıca Harut ve Marut ile İbrahim’e gelen
meleklerin misyonları farklıdır. Hakikat Kitabı’nda hakkında bilgileri verilmiş Kitabın
Varisleri de melektir, fakat tıpkı diğer insanlar gibi yeryüzünde yaşam
sürmektedirler. Yemek yemek, gezmek, konaklamak, evlenmek gibi fiilleri yaparlar. Bu hususta şu
iki ayeti kıyaslamak meleklerin de rasul olduğunun ve onların da diğer
varlıklar gibi yemek yediğinin izahı olacaktır.
Furkan 20: Senden önce gönderdiğimiz bütün ELÇİLER de yemek
yerler, çarşıda gezerlerdi.
Hacc 85: Allah, meleklerden ELÇİLER seçer ve insanlardan da.
Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

13.AÇIKLAMA

BÖLÜM 5’teki Zakkum ağacı ile ilgili yazılanlardan aldığımız kesitleri yazımızın birkaç yerine serpiştirdik. Ve BÖLÜM 5’in cevabına kitaptan yaptıkları alıntı tek başına cevap niteliğinde yeterli
olduğundan ayrı bir izah yapma gereği duymadık. Peki nedir zakkum ağacı ?
“Muhakkak ki zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. Erimiş maden gibi karınlarında kaynar. Kaynar suyun kaynaması gibi. Onu tutun! Hemen cehennemin ortasına sürükleyin. Sonra başının üstüne azap olarak kaynar su dökün. “Tat! Hani sen onurluydun, seçkindin.” Muhakkak ki bu azap, sizin şüphe ettiğiniz şeydir.” Duhan 43-51. Ayetler


Günahkârlar zakkum ağacından yerler. Bu yüzden o ağacın meyvesi olan şeytanın başları olan vesveseyle beslenirler ve yanlış yol üzerinde ilerlerler. Ayet bilgisinde verilmiş olan, günahkârların yediği yemeğin detayı bir başka ayet bilgisiyle tamamlanır ve bu yeme işleminin varlık sahasında olduğu bildirilir. Ayette “Muhakkak ki zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. Erimiş maden gibi karınlarında kaynar” olarak verilmiş olan bilginin detayı ve kronolojik devamı;
“Muhakkak ki yetimlerin mallarını zulümle (haksızlıkla) yiyenler, karınlarına sadece ateş yerler. Ve onlar, yakında alevli ateşe yaslanacaklar.” Nisa 10. Ayet


Ayet, yetimlerin haklarını (kul hakkı) gasp edenlerin, karınlarına ateş yediklerini bildirmektedir. Tabii ki diğer ayet bilgilerini birleştirince bunun zakkum ağacının meyvesi olan vesveseye uyulması sonucu olduğu açıktır. Bunu yapanlar için verilen “karınlarına sadece ateş yerler” tasvirlemesi, “Muhakkak ki zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. Erimiş maden gibi karınlarında kaynar. Kaynar suyun kaynaması gibi” olarak verilmiş bilgiyi tamamlar.


Yetimlerin Hakkını Yiyenler = Günahkârlar
Yetimlerin Hakkının Yenmesi = Şeytanın Başları, Vesvese Sonucu İşlenen Günah
Karınlarına Sadece Ateş Yerler = Günahkârların Yemeği


(Hakikat Kitabı 475-476)

Yazıyı bitirdikleri cümle aşağıdaki gibidir. Kendilerine de söyletildiği gibi, kitabın etkisinde kalanlar inşallah Allah’tan hidayet bulurlar ve kitabın içinde şimdiye kadar cevabına ulaşamadıkları pek çok sorunun da cevabına ulaşırlar. Allah onlardan, onlar da Allah’tan razı olurlar. Fakat Kitabın etkisinde kalanların yakınlarına neden sabır diledikleri konusunda kendilerinin düşünmesi yeterlidir diye düşünüyoruz. Biz inanıyoruz ki, “kişi kendinden bilir”.

Size tavsiyemiz kitabı objektif bir şekilde başından sonuna kadar okumanızdır. Önce iddiaları doğru bir şekilde anlayıp, eğer yapacaksanız sonra eleştiri
yapmanızdır. Yukarıda da elimizden geldiğince açıklamasını yaptığımız gibi,
yazılan eleştiriler gerçeği yansıtmamaktadır ve objektif bir eleştiri(?) yazısı olamamıştır.
İnsan eleştiri yaparken önce karşı tarafın ne dediğini anlamalı, sonra kendine
bakmalı, çok düşünmeli, çok okumalı ve öyle konuşmalıdır. Fakat insan,
vesvesenin oyunlarına kapılıp aceleci olmakta ve tartışmaya meyletmektedir.
İKİNCİ BÖLÜM

Eğer yazıyı buraya kadar okuyup Hakikat Kitabı’nı okumaya karar vermişsen, umarız hayatın boyunca sorduğun pek çok sorunun cevabını kitapta bulursun. Ki samimiyetle okursan eğer, cevaplar orada duruyor. Eğer hala korkuların, önyargıların, kafa karışıklıkların varsa, senin için bu bölüme eklemek istediğimiz kısa bazı detaylar var.Bir hatırlatma yapmamızda fayda var. Aşağıda soracağımız soruları okuduğunda “bunlar deistlerin-ateistlerin İslam’ı çelişkili göstermek için sorduğu sorular” deyip, sorularımızı olumsuz anlamda yargılayacak insanlar olabilir. Fakat bu yargıya mahal vermiyoruz, çünkü bu soruların cevapları Hakikat Kitabı’nda tek tek verilmiştir. Kuran, bu soruları cevapsız bırakmamıştır. Mevcut gelenek dini bu soruları cevaplayamadığı için, genelde sorulardan kaçar, yahut alakasız cevaplar vermeye çalışırlar, bu cevaplar da hiçbir zaman tatmin edici olmaz. İslam dini farklı inanç mensuplarının sorularının altında ezilecek, aciz bir din değildir. Muhammedîlerin çoğu İslam’ın yüceliğinden, mükemmelliğinden bahsederler fakat İslam’ı bu tür soruların karşısında acizmiş gibi lanse ederler. Bu tür soruları soran insanları toplumda etiketlemeye, bastırmaya, susturmaya çalışırlar. Ya da Allah’ın adaletini sorgulamakla, isyankar olmakla, inkarcı olmakla itham ederler. Oysa görürüz ki, bunu yapanların bile zihnini  bu tür soruların içinden çıkamama durumu yeyip bitirmektedir.– Size orada (dünyada) öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar öğüt vermedik mi? Fatır 37

Bir düşünün bir tarafta 25 yaşında ölen bir insan, diğer tarafta 80 yaşında ölmüş bir insan. Ve bu varlıklara öğüt alabilecekleri kadar bir yaşam verildiği söyleniyor. Ve biz Allah’ın insana zulmetmediğine inanıyoruz.Evet durum tam olarak böyle. Öyle bir durum olmalı ki, bu nefsler din gününde “Bana öğüt alabileceğim kadar ömür verilmedi” diyemesin. Çünkü biz bu ayetle birlikte görüyoruz ki, nefsler din gününde bu mazereti sunamayacaklar. İşte bu, Kuran’ın anlattığı yeniden diriliş yani bedenlenme ile izah edilebilecek bir konudur.

 

– Bu, ellerinizin önceden takdim ettiği işler yüzündendir.
Yoksa şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir. Enfal 51
-Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı
dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder. Şura 30
-Şüphesiz Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar. Yunus 44
Hadi örneklere devam edelim. Bir düşünün insanların başlarına gelen musibetleri. Bunun en yakın örneği kendi yaşadıklarınızdır. Mesela bir çocuk düşünün. Savaşın ortasında doğmuş, ya da bir Afrika çölünde susuzluktan ölmüş, ya da genetik ölümcül bir hastalık ile doğmuş. Allah kuluna zulmetmiyorsa ve her nefs elleriyle takdim ettiklerini yaşıyorsa, bu nefslerin önceden bir şeyler takdim etmiş olduğunu düşünmek çok manidar değil mi ? Bu, her nefs için geçerlidir. Sizler olayları sadece kendi çevrenize ve imkanlarınıza bakıp değerlendirirseniz bir şeyleri görmeniz zorlaşır. Bu örnekler o kadar çok ki, bunları görüp, bilip, yaşayıp cehennemi uzaklarda aramak anlamsızdır. Zira Kuran’da, “Sizden ona (cehenneme) girmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin kesin
olarak üzerine aldığı bir karardır.” Meryem Suresi 71.ayet
buyrulmaktadır. Zira Kuran’a göre Sekar sisteminde imtihan işleyişine girmiş her varlık cehennem boyutundan bilinç evrimine başlar. Yani cehennem varlık sahası üzerinde işleyen bir işleyiştir.
Aşağıya koymuş olduğumuz görseller, gözlerini, kulaklarını ve kalbini yeryüzünde yaşanmakta olan ateş imtihanlarına kapatan insanlara, cehennemin nerede olduğunun örnekliğini göstermek için konulmuştur. Yeryüzünde yaşanan zulümlerin, savaşların, hastalıkların sebebi sorulduğunda yalnızca “İmtihan işte” gibi bir cevapla geçiştirmek, yaşanılan dünyanın neresi olduğunun farkında olmamak demektir. Elbette yaşanılan her şey bir imtihandır. Fakat bu imtihanların kime neye göre verildiği bilgisini idrak edersiniz, pek çok sorunuza cevap bulabilirsiniz.

Yeryüzünde neden aralarında bu kadar uçurum olan imtihanlar yaşanmaktadır ? Bebek yaşta ölen bir insanın din gününde hesabı nasıl olacaktır ? Yoksa bu insan zaten yeryüzünde toplamda 50 beden yaşamış ve yaşadıkları, bu bedenlerinde takdim ettiklerine göre mi şekil almıştır ?

(Görseller instagramda bulunan @ugurgallen hesabından alınmıştır.)

 


 

 

 



-Ey Kitap Ehli, elçilerin arası kesildiği dönemde: ‘Bize
müjdeci de, bir uyarıcı da gelmedi’ demenize (fırsat kalmasın) diye size apaçık
anlatan elçimiz geldi. Böylece müjdeci de, uyarıcı da gelmiştir artık. Allah
her şeye güç yetirendir. Maide 19

-Andolsun, biz her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan
kaçının’ (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Nahl 36
-Şüphesiz biz seni, hak ile bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak
gönderdik. Hiç bir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı gelip-geçmiş olmasın. Fatır 24
Bir diğer önemli konu ise, yeryüzündeki hiçbir varlığın din gününde “Bana bir uyarıcı gelmedi” mazeretini söyleyemeyeceğidir. Çünkü İlahi plan işleyişi, hiçbir nefsin bu mazereti sunamayacağı şekilde ayarlamaktadır. Bu konuyla ilgili oluşabilecek soruları da kitaptaki konular izah etmektedir. Biz sadece hatırlatıp geçiyoruz.
Bu gibi soruların yanında sorabileceğimiz pek çok soru vardır.
– Allah “Yeryüzünde bir halife kılacağım” deyip, Adem as ve eşini yarattıktan sonra neden cennete koymuştur ?
– Şeytan Adem ve eşi cennetteyken, onlara nasıl vesvese verebilmiştir ? Zira İblis cennetten kovulmuştu.
– Kuran’da ölüm sırasında can almakla görevli varlıkların bilgisi neden iki farklı şekilde verilmiştir ? Bir ayette “ölüm meleği” gibi tekil bir ifade geçerken, diğer ayette neden “elçiler” gibi çoğul bir ifade geçmektedir ?
De ki, “Size vekil kılınan ölüm meleği sizi vefat ettirecek, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” Secde 11
Sizden birinize ölüm gelince, onu elçilerimiz vefat ettirir. Onlar kusur etmezler. Enam 61
– Kuran’da anlatılan gece-gündüz işleyişi nedir ?
– Kuran’da anlatılan yıldızların görevleri nelerdir ?
– Melek nedir, Rasul nedir, Nebi nedir ?
– Kuran’da geçen 19 sayısı neyi anlatmaktadır ? 6 gün, 7 gök, 4 gün, 2 gün gibi ibareler neyin karşılığıdır ?

Her gün, bunlara benzer onlarca soru türemektedir. Yazmış olduklarımız bazılarına örnektir. Ve hepsinin birer cevabı vardır. Ve nefsin yapması gereken önyargılarından sıyrılmasıdır.

““Kitap’ı sana indiren O’dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm
ihtiva eden, manası açık olan) ayetlerdir, onlar Kitabın esasıdır ve diğerleri,
muteşâbihtir (çok anlamlı, manası kapalı). Fakat kalplerinde eğrilik
bulunanlar, bu sebeple muteşâbih olanlara tabi olurlar. Ondan fitne çıkarmak
için, onun tevilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun tevilini ALLAH’tan
başka kimse bilmez ve ilimde rusuh (ilim) sahipleri ise: “Biz O’na iman ettik,
hepsi Rabbimizin katındandır” derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece
ulûl’elbab (tezekkür edebilir).” Ali İmran 7. Ayet
 
Muhkem ayetler, yaşandığı zamanda anlamı anlaşılabilen
ayetlerdir. Gerçi muhkem ayetler bile kendi içlerinde farklı anlamlar
taşımaktadır. Bu anlamlar, anlamı çözümlemeye çalışan kişinin kalbi ve bilinci
ile orantılıdır. Müteşabih ayetlerse, birçok anlama sahip olan ve indiği dönem
veya sonraki zamanda anlamı çözülemeyen, ama zamanı gelince anlamı
bilinebilecek olan ayetlerdir. Müteşabih ayetler her nefs tarafından
anlaşılamayacağı ancak bu ayetlerin müzakeresinin “ulûl’elbab”lar tarafından
yapılabileceği ve anlaşılabileceğini Yüce ALLAH buyurmuştur. Bunun böyle
olmasının sebebi de açıklanmıştır.
 
Ulûl’elbab (Öz bilginin sahipleri) Ülû, sahip demektir.
Elbab, lübb kelimesinin çoğuludur. Lüb; bir şeyin özü, halisi, içi, şaibelerden
arınmış, zeki, keskin akıl anlamlarına gelir. Bu, bir bilginin özüne (sırrına)
Yüce ALLAH’ın izniyle alabilecek duruma gelmiş önyargısız, objektif nefs
grubudur. “Onlar, (her) sözü işitirler, (fakat) onun en güzel ve doğru olanını
(seçip) uyarlar. İşte onlar, ALLAH’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar;
onlar ulûl’elbabtır.” Zumer 18. Ayet
 

Yüce ALLAH’ın ayette bildirdiği üzere “ulûl’elbab”lar, her sözü ve fikri aklen ve kalben dinleyip en doğru sözü seçen, onun üzerine yaşamlarını süren nefslerdir. Yargılar insanı sınırlayan durumlardır. Doğduğunuz andan itibaren bu yargılar çevre ve çeşitli koşullar ile sizi sınırlamaya başlar. Ve size gelen bir bilgiyi yorum veya sınıflandırırken belleğinizde bulunan yargılar, o bilgiye algılayışınızı subjektif bir durumda şekillendirir. Bunun içindir ki bilgiyi anlamak ve kavramak için gerekli olan en önemli şey önyargısız bir şekilde değerlendirebilme yetisidir. Bu, Yüce ALLAH tarafından bu nefslere verilmiş bir lütuftur. “Bu Mübarek Kitabı sana indirdik, ayetleri ile tedbir alsınlar ve ulûl’elbab tezekkür etsin diye.” Sad 29. Ayet (Hakikat Kitabı Sayfa 43-44)




Yeni bir yazıda görüşmek dileğiyle.



KİTABIN İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜ AŞAĞIDA VERİLMİŞTİR.

 

 

 

 

 

 

 

#Hakikatkitabı #EmrahEryılmaz #Hakikatkitabınedir #HakikatKitabıekşisözlük

KURAN’DA KADININ ÖRTÜSÜ

Selam.

Kuran’da, kadının örtüsü ile ilgili üç ayet bulunmaktadır. Bunlar “Nur 31, Nur 60, Ahzab 59” ayetleridir. Bu üç ayet dışında, örtünün “tüm insanlık” için genel işlevinin ne olduğu bilgisi “Araf 26 ve Nahl 81” ayetlerinde verilmiştir. Bu iki ayetteki hitap, kadın-erkek olmak üzere Kuran’ı muhatab alan tüm nefsleredir. Aslında bu beş ayet, görebilene gayet açıktır fakat konuyu daha iyi anlamak isteyenler için ayetlerin bilgilerini tek tek vereceğiz.

Bilgileri vermeden önce şunu söylemekte fayda var. Kuran, insanın fıtratıyla tam bir uyum sağlayan, dinin gerektirdiği kuralların tümünü en ince detaylarına kadar açıklayan, dinin tek kaynağı olan bir kitaptır.

İlk olarak örtünün tüm insanlık için işlevinin ne olduğu bilgisini verelim.


ÖRTÜNÜN İŞLEVİ

Ey Âdemoğulları! Sizlere ayıp yerlerinizi gizleyip örtecek elbise ve süslenecek şeyler (elbise) ve takva elbisesini indirdik. Bu daha hayırlıdır. İşte bu Allah’ın âyetlerindendir. Böylece onlar tezekkür ederler. Araf 26

Ayetteki hitap Ademoğulları üzerinden tüm insanlığadır. Ayette “ayıp yerleriniz” yani sev’âti-kum” ifadesi sözlükte “avret, edep yerleri” anlamına gelir. Ve her iki cinsiyetin de cinsel organını kapsayan bir kelimedir. Bu da örtülmesi gereken yerlerin açıkça cinsel organlar olduğu bilgisini bize verir. Bu gereklilik kadın ve erkek cinsiyetini kapsamaktadır.

Ayette verilen “takva elbisesi” detayı çok önemlidir. Çünkü bir mümin ne giyerse giysin, önemli olan takvasını korumasıdır, “bu daha hayırlıdır” detayıyla hayırlı olan elbisenin takva elbisesi olduğu bildirilmiştir. Takva elbisesi, kötü söz ve davranışlardan, adaletsizlikten, azgınlıktan, iffetsizlikten yani her türlü olumsuz düşünce ve fiillerden korunmaktır.
 
Allah, sizin için yarattığı şeylerden gölgeler kıldı. Dağlarda da sizin için barınaklar, siperler kıldı, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, sizi savaşınızda (zorluklara karşı) koruyacak giyimlikler de var etti. İşte O, üzerinizdeki nimetini böyle tamamlamaktadır, umulur ki teslim olursunuz. Nahl 81
Görüldüğü üzere örtü denilen nimet, cinsel organları örtmek, süslenmek, iklimsel koşullardan (sıcak, soğuk, rüzgar gibi) ve savaştan korunmak için giyilir. Bu işlevler dışında, herhangi bir dine, ekole bağlı olunduğunu göstermek için giyilmesi gerektiği ile ilgili hiçbir bilgi yoktur. Çünkü İslam dini şekilci bir din değildir. Hiçbir ayetinde bir müminin kıyafetinin şekline, rengine, boyuna vurgu yapmaz.
Bunları söyledikten sonra, aşağıda bilgisini vereceğimiz ayet çok önemlidir. Çünkü asırlardır bu ayet üzerinden, indirildiği dönemde “bazı” kadınların ve erkeklerin kültürel ve iklimsel koşullardan dolayı kullandığı “başörtüsü”, Allah’ın kadınlara emrettiği bir örtü olarak gösterilmiştir. Oysa ayette, saç kılının kapatılması, başın kapatılması, saçların tek bir telinin gözükmemesi ile ilgili hiçbir detay bulunmamaktadır. Birçok mealde ayetin orijinal metninde bulunmayan kelimeler ayete eklenerek bilgiler tahrif edilmiştir. Bazı kelimelerinin anlamı kaydırılarak, kadınların özgürlüğüne şekil verilmek istenmiştir. Şimdi ayet bilgisini yazalım.
 
NUR SURESİ 31. AYET

Ve mü’min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler ve ferçlerini korusunlar. Zahir olangörünen kısımlar hariç, ziynetlerini
açmasınlar. Ve örtülerini göğüslerinin üzerine vursunlar. Ve ziynetlerini,
kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının
oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız
kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahip oldukları
veya erkeklerden, kadına rağbeti olmayan erkekler veya kadının avret
yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri
ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey mü’minler, hepiniz Allah’a
tövbe edin! Umulur ki, böylece felâha eresiniz. Nur,31



1. ve kul : ve de
2. li el mu’minâti : mü’min kadınlara
3. yagdudne : çeksinler, indirsinler
4. min ebsâri-hinne : (onların) gözlerinden, bakışlarından, bakışlarını
5. ve yahfazne : ve korusunlar
6. furûce-hunne : (onların) ferçlerini
7. ve lâ yubdîne : ve açmasınlar
8. zînete-hunne : (onların) ziynetleri
9. illâ : dışında, hariç
10. : şey
11. zahera : zahir oldu
12. min-hâ : ondan
13. vel yadribne (ve li yadribne) : ve örtsünler
14. bi humuri-hinne : (onların) örtüleri
15. alâ : üzerine
16. cuyûbi-hinne : (onların) göğüsleri
17. ve lâ yubdîne : ve açmasınlar
18. zînete-hunne : (onların) ziynetleri
19. illâ : dışında, hariç
…. (ayetin devamında, yukarıda tamamının yazıldığı, ziynetlerin kimlere açılabileceği bilgisi veriliyor)



BAKIŞLARI İNDİRMEK

Öncelikle ayetteki “bakışları indirmek” şeklinde bilgisi verilen ilk emrin öneminden bahsedeceğiz. Bu emir aynı şekilde Nur suresi 30. ayette erkekler için de verilmiştir.
Mümin erkeklere söyle bakışlarını indirsinler. Nur 30.ayet
Ancak ne yazık ki, ayetlerde kronolojik olarak ilk sırada verilmesine rağmen bu emrin önemi üzerinde gerektiği gibi durulmamıştır. Kadınların ve erkeklerin bakışlarında kısıtlama olmazsa, insanların üzerindeki giysiler, şehvetle bakan günahkar gözleri engelleyemez. Bu yüzden örtüde başkalarının bakışları ölçü alınmaz.

Ayette “bakışlarını indirsinler” ifadesinde kullanılan “bakışlar (ebsâr)” kelimesi “besar (bakış)” kelimesinin çoğuludur. Ve Kuran’da bu kökten gelen fiiller ve isimler yalnızca duyusal görmeyi yani kafa gözüyle görmeyi değil genel olarak kalple görmeyi anlatır. (Meryem 42, Secde 12, Yunus 43, Saffat 179)
Yani ayette, indirilmesi istenen bakış, yalnızca kafa gözüyle yapılacak bir eylem değildir. Bakış, görmek değildir. Bakış; kalpteki, akıldaki ve şuurdaki gözdür. Bakışlarını kaçındırmak, kusur aramamaktır. İnsanları giydikleriyle, dış görünüşleriyle yargılamamak, şekilcilik yapmayıp, bütünleştirici olmaktır. Bu emrin idrakine varanlar, her ânı bir oruç şuurunda yaşar ve insanları kalıplara sokmaz. İnsanların hatalarına olan bakışlar, kısılması gerekendir. Ve mümin olan, insanların yapıp ettikleriyle zaman kaybetmez, kendi yaşamını şekillendirmeye uğraşır.

Bunun yanında, insanları taciz edercesine rahatsız edici bakışlarla bakmak da yasaklanan bakışlar arasındadır. Bir erkekle yahut kadınla konuşurken göz teması kurmak, iletişimin gerektirdiği çok normal bir durumdur. Mümin bir nefs, kalbini temiz tutmalı, baktığı herkese temiz bakışlarla bakmalıdır. Mutmain olmuş bir kul, kendisine yapılmasını istemediği hiçbir davranışı başkasına yapmaz.



ZİYNETLER


Ayette mümin kadınlara bildirilen ikinci emir, ferçlerini korumalarıdır. Ferc, sözlükte “edep mahalli, dişilik organı” anlamlarına gelir. “Irz ve iffet” olarak da meallendirmesi yapılır. Mümin erkek ve kadınlar cinsel organlarını, ırzlarını, iffetlerini korurlar. İffet; salt örtüyle ya da örtüsüzlükle olabilecek bir durum değildir. Bunun en güzel örneklerinden birisi, Maide suresi 5.ayette, “sizden önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlarla evlenmeniz helal kılındı” bilgisidir. Çünkü bu bilgiye göre, ehli kitap bir kadın da (yahudi, hristiyan gibi) iffetli olabilmektedir. Yani hangi inanışa mensub olursa olsun, bir kadın iffet sahibi olabilir. Bu emir, bez parçalarıyla, kıyafetle sağlanabilecek kadar şekilci, basit bir durum değildir. Müminler hem maddedeki, hem manadaki ırzlarını korurlar.

Irzlarını korusunlar emrinden sonra gelen, “Görünen kısımlar hariç, ziynetlerini(süslerini) açmasınlar.” bilgisini anlamak için öncelikle ayette kastedilen “ziynetin” yani süsün yerinin ne olduğunu anlamak gerekir. Kuran sorular sorduran ve bu soruların cevaplarını yine kendi içinde tutarlı bir şekilde veren, mufassal bir kitaptır. Vahiy, göreceli kavramlara mahal vermemektedir. Yani “ziynet” falancaya göre şu demektir, filancaya göre bu demektir gibi bir karmaşa içine girmek, ayeti her kişinin kendi zannına göre yorumlamasına sebep olur ki öyle olmuştur da. Pek çok mealde “el,yüz,ayak,bacak,kol,saç” gibi parantez içi kelimelerle, Arapça metninde geçmeyen eklemeler yapılarak ayette kastedilen ziynetin ne olduğu bilgisi tahrif edilmiştir. Hangi ziynetlerin örtüleceği konusu tartışmalı bir konu haline getirilmiştir. Kimilerine göre kadının tüm vücudu, kimilerine göre sadece takıları ziynet sayılmaktadır. Bunların hepsinin ziynet olduğu doğrudur, ama önemli olan ayette hangi ziynetten bahsedildiğidir.


AYETTE KASTEDİLEN ZİYNETLER NEDİR ?


“Ziynetlerini açmasınlar …. hariç”  ifadesinin iki kere kulllanılmış olması, bize ziynetin ne olduğunu Kuran’ın söylemesinden kaynaklıdır.


Birinci defa: “Ferçlerini korusunlar (avret yerlerini)” emrinden sonra, “ve ziynetlerini açmasınlar” ibaresindeki “vav(ve)” açıklayıcı vav (vavı tefsiriyye) olup kadının fercinin yani cinsel organının ziynet olduğunu bildirmektedir. Şunu söylemekte de fayda var, ayette geçen “ferç” ifadesi Arapça’da kadının cinsel organının özel ismi olarak da geçer ve “dişilik organı,vulva” anlamlarına gelir.
İkinci defa: “Örtülerini göğüslerine vursunlar” emrinden sonra, ikinci kez “ve ziynetlerini açmasınlar” cümlesi gelerek ayette kastedilen ikinci ziynetin de göğüsler olduğu bildirilmiştir.

Ayette kadınlara örtülmesi emredilen ziynetler;
1) Cinsel organ
2) Göğüsler

“Zahir olangörünen kısımlar hariç”detayına göre şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir kadın her ne kadar göğüslerini ya da vücudunu kapatsa da, göğüslerinin büyüklüğü, küçüklüğü ya da şekli belli olacaktır yani görünecektir. Bu kadının elinde olan bir durum değildir ve kadın bundan dolayı sorumlu tutulmayacaktır. Çünkü göğüsler annelik organıdır, çocuk emzirmek gibi bir işlev görmektedirler ve fiziksel olarak belirgin bir şekilde yaratılmak durumundadırlar.

 

AYETTE GEÇEN “HUMUR” KELİMESİYLE KASTEDİLEN SAÇIN ÖRTÜLMESİ DEĞİLDİR

ÖRTÜHIMAR : Ayette geçen “humur” kelimesi, ‘hımar’ kelimesinin
çoğuludur. Ha-me-ra fiil  kökünden gelmektedir ve temelde ‘bir nesneyi örtmek, gizlemek ya da saklamak’ anlamına
gelir. Örtünmede, gizlenmede kullanılan şeye ‘hımar’ denir. Hatta Arapların en
meşhur sözlüğünde (Lisanül Arab) bu kelimenin örtü, perde(pencere örtüsü), yer
örtüsü, vücut örtüsü, başörtüsü anlamları da mevcuttur. Yani hımar’ı nereye
örterseniz oraya özel isim alır ve örtüyle alakalı tüm nesneleri kapsar. Yani kelimenin “yer örtüsü” anlamının yanında “başörtüsü, pencere örtüsü” gibi anlamlarının olması çok doğaldır. Yere örterseniz halı olur, pencereye
örterseniz perde olur, başa örtersiniz başörtüsü olur. Ayette ise bu örtünün
nereye örtülmesi gerektiği açıkça söylenmektedir. O da göğüslerdir. Bu da
ayetteki örtüyü “başörtüsü, yer örtüsü, pencere örtüsü” değil, “göğüs örtüsü”
yapar.



GÖĞÜS : Ayette geçen “cüyüb” kelimesi “ceyb” kelimesinin çoğuludur ve göğüs demektir.
“Ve elini koynunagöğsüne(ceyb) sok, kusursuz olarak bembeyaz çıkıversin” Neml 12
Ayette Musa peygambere elini koynunagöğsüne sokması emrinde de aynı kelime kullanılmıştır.
Fakat Nur 31’deki cüyüb kelimesi, neredeyse meallerin tamamına yakınında “yakalar, gerdanlar” şeklinde
çevrilerek bilgi tahrif edilmiştir. Ayette hımar’ın göğüslere örtülmesi gerektiği bildirilmektedir.


VURMAK : Ayette geçen darabe fiili temelde “vurmak” demektir. Bu da pekçok
mealde kelimeyle hiçbir alakası bulunmayan “salmaksalsınlar” şeklinde
çevrilerek tahrif edilmiştir. Bunu söylememizin sebebi, “salsınlar” kelimesini kullanarak başörtüsünün baştan göğüslere kadar salınması gerektiğini savunanların, kelimeyi tahrif ettiklerini vurgulamaktır. Oysaki ayette “baştan göğüslere kadar” şeklinde bir sınır belirtilmemiştir. Vurmak fiiliyle açıkça anlaşılan emir, örtü ile örtünme işleminin göğüslere yapılmasıdır.
Bu bilgilere dayanarak ayeti çevirdiğimizde, “Örtülerini göğüslerine vursunlar” emri açıkça anlaşılmaktadır. Bu emirle birlikte, kadınların annelik organları olan göğüslerini(memelerini) örtmeleri gerektiği
bildirilmiştir.



Ayetin en sık tahrif edildiği detayı “humur” kelimesidir. Başörtüsünün dini bir vecibe olduğunu savunanlar, bu kelimeyi temel anlamından kaydırarak “örtü” şeklinde değil “başörtüsü” şeklinde çevirmekteler. Pek çok yerin örtülmesinde kullanılan “hımar” ın, yukarda da söylediğimiz gibi pek çok anlamı vardır. Bu kişiler, bu anlamlar içerisinden “başörtüsünün” seçilmesi gerektiğinin kararını neye göre vermişlerdir ? Oysa ayette başın ya da saçın örtülmesi ile alakalı tek bir ibare bile geçmemektir. Sonuç olarak şunu belirtmek isteriz, bu kelime ister örtü olarak çevrilsin, ister perde olarak çevrilsin, ister halı olarak, ister başörtüsü olarak. Her halükarda bu örtünün örtülmesi gereken yer baş değil göğüstür. Bunu dileyen dilediği örtüyle yapabilir.


BAŞÖRTÜSÜ FARZ OLSAYDI

Öyle değil ama farzedelim ki ayette ra’s(baş) gibi bir kelime kullanılarak başa bir örtü örtülmesi emredilmiş olsun yani “başlarınızı örtü ile örtün” denilmiş olsun. Aşağıdaki görsellerdeki kişilerin de başları örtü ile örtülmüştür. Baş, örtü ile örtülse bile saç telleri görünebiliyor haliyle. Başörtüsünün Kuran’da emredildiğini söyleyenler neden başlarını bu şekilde örtenlere saç kılları göründüğü için “harama giriyor” muamelesi yapıyor ? Oysa bu şekilde örtünmenin yanlış olması için ayette “saçınızın tek bir teli bile görünmemeli” ya da “saçınızın görünmesi haramdır” ya da “saçlarınız ziynettir” gibi bir vurgu yapılmış olmalıydı ki biz saçlarımızı göstermemizin haram olduğunu bilelim. Yani “başlarınızı örtü ile örtün” denilmiş olsaydı, bu şekilde örtenler de başlarını örtmüş olacaktı. Çünkü vurgu saça değil başa yapılmış olacaktı ve başın örtülmesi durumunda bile saç tellerinin görünmesi mümkün olacaktı. Bir karar vermeliler, Kuran’da geçen “saç örtüsü” mü yoksa “başörtüsü” mü ?
Bir de şu soruyu sormakta fayda var, saç ziynetse ve bir kadının saç kıllarının görünmesi haramsa ve örtüyle örtmesi gerekiyorsa, saçlarını kazıtmış bir kadın ya da kanserden saçları dökülmüş bir kadın başını açabilir mi ?



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dikkat edilmesi gereken detaylardan birisi de şudur; kadınların göğüslerini örtmeleri gibi bir emrin indirilmiş olması, o toplumda bazı kadınların göğüslerini örtmediğinin kanıtıdır. Hatta İslam öncesi dönemde Kabe’nin kadın-erkek çıplak bir şekilde tavaf edildiği bilgisine pek çok tarihi kaynaktan ulaşabilirsiniz. Temeli köle, cariye, kabile, soy gibi kavramlar üzerine kurulan bir toplumdan bahsediyoruz ve doğal olarak böyle bir toplumda örtü konusunda pek çok varyasyon bulunmakta. Cahiliye dönemi diye isimlendirilen o dönem Arap toplumunda ibadetinin, köleliğinin sembolü olarak çıplak gezen kadınlar da bulunmakta, soyluluğunun, zenginliğinin sembolü olarak örtüyle gezen kadınlar da. Bu durumun örnekliği günümüzde pek çok kabilede de mevcut. Konunun daha iyi anlaşılması için aşağıya birkaç örnek fotoğraf koyduk.










Görüldüğü gibi, günümüzde bile vücudun hatta başörtüsünün örtüldüğü ama göğüslerin örtülmediği giyim şekilleri mevcut. Hatta görüldüğü gibi vücudunu örtmesine rağmen göğüslerini açıkta bırakacak şekilde örtünenler de mevcut. Kadınların pazarlarda köle olarak satıldığı, kabenin çıplak vücutla tavaf edildiği ve kadınlara insan muamelesi yapılmadığı bir toplumdan bahsediyoruz. Böyle bir toplumda iman eden kadınlara gelecek olan emrin saçları örtmek olması nasıl mümkün olabilir ? Mantık olarak düşünüldüğünde bile daha göğüslerin örtülmediği bir toplumda, örtünün göğüslere örtülmesinin istenmesi kadar doğal ne olabilir ?


Başörtüsünün dini bir gereklilik olduğunu söyleyenler, “o dönemde zaten başörtüsü vardı, fakat örtülerini arkadan bağlıyorlardı, bu yüzden o örtüleri göğüslerine kadar örtmeleri emredildi” şeklinde bir savunma yapıyorlar. Yani parmağın gösterdiği yere değil parmağa bakıyorlar. Oysaki parmak, kendi ağızlarıyla söylediği gibi göğüsleri gösteriyor, başı ya da saçı değil. Evet o dönemde iklim koşullarından dolayı başörtüsü de takanlar vardı, çıplak gezenler de. Şu detay da unutulanlar arasında; o dönemde müşrik kadınlar da başlarını örtüyordu, müşrik erkekler de. Bunu Kuran’ın emri için mi yapıyorlardı ? Elbette hayır. Defaatle vurguluyoruz, bunun sebebi iklimsel koşullar, kabile gelenekleri, toplumdaki sınıfsal ayrımdır. Herhangi bir dini emirden kaynaklanmaz, hele ki müşriklerden bahsettiğimiz bir konuda. O dönemde müşrik kadınlarla mümin kadınların giydikleri kıyafetler aynıydı. “Şu kadın başörtüsü takıyor o zaman mümindir, şu takmıyor o zaman mümin değildir” gibi bir ayrım söz konusu olamıyordu.
Hiçbir kadın İslam’a girdiğini ilan etmek için başörtüsü takmak zorunda değildir, hele ki başörtüsünden dolayı eziyet göreceği bir toplumda yaşıyorsa. Çünkü Ahzab suresi 59. ayette bildirildiği gibi örtü “eziyet görmemek” amacıyla örtülür.



Başörtüsünün dini bir emir olduğunu savunanlar şunu söylemekteler;
– “Nasıl ki eşarp, yazma, şal kelimelerinin içinde baş geçmiyor da başa örtülüyor, nasıl ki çorap, patik kelimelerinin içinde ayak geçmiyor da ayağa örtülüyorsa, “hımar” kelimesinde baş geçmez ama başa örtülen örtü demektir.”
Bu tezi savunanlara şu soruyu sormak isteriz ? Kelimeyi neden perde olarak
çevirmiyorlar, ya da halı ? Zira bu anlamları da içeriyor.
Allah Maide suresi 6. ayette, “başlarınızı (ruusikum) meshedin” diye buyururken “baş (ra’s)” kelimesini apaçık kullanıyor da, bu kadar önem taşıdığı söylenilen “başörtüsü” için neden “başlarınız örtün” gibi bir ibare kullanmıyor ? Aynı ayette “el, dirsek, ayak, topuk” kelimelerini kullanarak abdest alırken “nereden nereye kadar” yıkamamız gerektiğini “dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın” “ayaklarınızı da topuklarınıza kadar yıkayın” detayına kadar açıklayan Allah, neden Nur 31’de “şuradan şuraya kadar örtün” şeklinde bir sınırlama çizmiyor ? Bunun nedeni, Kuran’ın hükümlerini en detayına kadar açıklayan apaçık bir kitap olduğuna inananlar için çok açıktır.

Başın ya da saçın örtülmesi gerektiğini söyleyenler şöyle bir argüman da sunmakta, “saçlar kadınları güzel gösteriyor, bu yüzden örtülmelidir”. Hatta bunun çok daha ötesinde kadınları cinsel bir meta olarak görerek “erkekler kadınların saçlarından tahrik oluyor, bu yüzden kadınlar saçlarını kapatmalıdır” diyenler de var. Bunu erkeklerden çok kadınların söylüyor olduğunu görüyoruz. Ne yazık ki artık kadınlar da erkeklerin kadınları cinsel obje olarak görmesinden öte kendilerini daha çok cinsel obje olarak görüyorlar.
Bu argümanı sunanlara şu soruyu sormak isteriz. Erkeğin saç kılıyla kadının saç kılı arasındaki fark nedir ? Neden kadınlar gizliyor da erkekler gizlemiyor ? İkisi de kıl değil midir, saç kılı gizleniyor da kaş kılı neden gizlenmiyor ? Bir kadını güzel gösterme unsuru olarak yüz ve saçlar arasında derecelendirme yapsak hangisi daha öncelikli olur ? Şayet amaç güzelliği kapatmak ise, bir kadını saçlarından ziyade dudakları, gözleri, kaşları güzel göstermesine rağmen neden yüzlerini kapatmıyor bu argümandaki insanlar ?
Başlangıçta örtünün işlevlerini paylaşmıştık. Araf 26’da örtünün tüm insanlığa “süslenmek için” indirildiği detayı bildirilmişken “saçlar kadınları güzel gösteriyor, bu yüzden örtülmelidir” argümanı Kuran’la çelişmektedir . Zira Kuran kadınların güzelliklerinin toplumda insanlar tarafından görüldüğünü çok açık bir şekilde Allah rasulüne hitabıyla bildirmiştir;


Bundan sonra (başka) kadınlar ve bunları başka eşlerle değiştirmek güzellikleri senin hoşuna gitse bile sana helal olmaz. Ahzab 52


Kadınların ve erkeklerin bakışlarında kısıtlama olmazsa, insanların üzerindeki giysiler, şehvetle bakan günahkar gözleri engelleyemez. Bu yüzden örtüde başkalarının bakışları ölçü alınmaz.



Örtüde başkalarının bakışları ölçü alınmaz. Yani bir erkek şehvet duyuyor diye bir kadın Kuran’ın belirttiği sınırlar dışında kapanmak zorunda değildir. Çünkü öyle bozuk zihniyetler var ki, çarşaflı bir kadına bile gözünü dikebilen ve bundan şehvet duyabilen. Bu durumda bir kadın erkek şehvet duyuyor diye çuvala girmek zorunda mıdır ? Öyle zihniyetler de var ki, bir kadın ne şekilde giyerse giysin yargılamayan, kendi iffetini, bakışlarını korumaya, kendini kontrol etmeye çalışan ve kadınlara bakışlarıyla bile eziyet etmeyen. Vahyin bizden istediği ikinci seçenektir.

Cennete girebilecek nefsler “mutmain olmuş” nefslerdir. Kendini kontrol etmesini bilen, iffetini koruyan, bakışlarını indirebilen. Biz kendimizden sorumluyuz, kimsenin ne giydiği, ne giymediği başka bir insanı ilgilendirmez. Kimsenin kimseye kıyafetinden dolayı zulmetmeye hakkı yoktur. Yoksa toplumda şortu yüzünden tekme yiyen, tecavüz ettiği kişi için “tahrik etti” deyip “tahrik indirimi” alan insanlar türer, türemiştir de.


ZİYNETLER KİME AÇILABİLİR ?


Ayetin devamında “kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahip oldukları veya erkeklerden, kadına rağbeti olmayan erkekler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç” bilgisiyle, kadınların ziynetlerini bazı kişilere gösterebilme izni verilmiştir. Dikkat edin bu “izin” yani ruhsattır. Ayetteki ziynetlerin göğüsler ve avret yeri olduğunu söylediğimizde, “ne yani babalarımızın yanında göğüslerimiz açık mı oturalım?” gibi sorular vahyin vermek istediği mesajı anlamamaktan kaynaklıdır. Söylemek istenilene bir örnek verecek olursak, bu ayet bir kadına babasının, erkek yeğeninin, erkek kardeşinin yanında çocuğunu emzirebilme izni verir. Bu bir izindir, kişi dilerse tercih eder dilerse tercih etmez. Bu ayetle bu gibi durumların haram olmadığı bildirilmiştir. Şayet bir kadın bu kişilerin yanında çırılçıplak durmak zorunda kalsa bile bu durumun haram olmadığı bildirilmiştir.
Ya da “kadına rağbeti olmayan erkekler” bilgisiyle bu ayet, örneğin kadın hastalıkları ve doğum doktorlarına kadının cinsel organına bakma ruhsatını verir. Ya da erkek bir göğüs doktoruna kadının göğsünü açabileceği iznini verir. Bunlar çok doğal ve zaruri durumlardır. Çünkü bu erkekler, kadınların ziynetlerine baksalar bile onlara karşı tahrik olmaları söz konusu olamaz. Bu dediğimiz sadece tercih meselesidir. Kişi isterse bu ruhsatı kullanabilir, isterse babasının yanında çocuğunu emzirebilir, isterse emzirmeyebilir, isterse erkek doktor tercih edebilir, isterse etmeyebilir. Tekrar söylemekte fayda var, bu ayet toplumda çıplak olarak da gezebilen Arap bir topluma indirilmiştir, bu kişiler yeri geldiğinde göğüslerini ve cinsel organlarını bırakın babalarına, sokaktaki yabancı bir erkeğe karşı bile açmaktaydılar. Nur 31.ayetle bu durumun önüne geçilmek istenmiştir ve mümin kadınlara sınır konulmuştur.


AYAKLARINI YERE VURMASINLAR 


Bu ayetle ilgili son olarak bilgisini vereceğimiz, “Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar.” detayıdır. Bu detaya göre, o toplumda, ziynetlerinin bilinmesini isteyen, yani karşı tarafı dişiliğiyle cezbetme amacı taşıyan kadınlar vardı. Bu kadınlar bunu ayaklarını yere vura vura yapıyorlardı, bunu dansözlük olarak düşünebilirsiniz. Yukarıda da fotoğrafını paylaştığımız şekilde, göğüslerine çeşitli süslemeler yaparak, bu süslerin şıkır şıkır seslerini belli etmek ve karşı tarafı cezbetmek amacıyla oynuyorlardı. Burada vurgu yapılan detay “ziynetleri bilinsin diye” kısmıdır. Yani vurgu, amaca yapılmaktadır. Ayette yasaklanan, bu amacı taşıyan tüm hareketlerdir. Çünkü karşı tarafı cezbetmek için kişi pek çok farklı yola başvurabilir. İstenilen, bu yolların tümünden uzak durulmasıdır.



Şunu da belirtmekte fayda var, şayet Kuran’da örtünmekle alakalı
hiçbir ayet bulunmasaydı bile, ticaret gibi bir unsurun çok yaygın olduğu ve bu ticaret yollarının çöllerden geçtiği, sıcaklığının 50 dereceleri bulduğu bir coğrafyada yaşayan ve çöl yolculuğuna çıkan bir erkek ya da kadın
herhangi bir örtüyle başını hatta yüzünü bile örtebilirdi ki örtmüştürler
ve örtmektedirler.
Bunun dini bir emirle hiçbir alakası yoktur. Bu tamamen
iklimsel koşulların getirdiği sıcaktan, rüzgardan korunmak için kullanılan bir
yöntemdir. Allah Rasulü döneminde yaşamış olan müşrik, münafık, ehli kitap tüm
insanlar bu örtüyü iklimsel koşullardan kullanmak durumundalardı. Yukarıda da açıkça belirttiğimiz gibi o toplumda örtü konusunda pek çok varyasyon mevcuttu. Müşrik kadınlar da erkekler de iklimden dolayı başörtüsü takabiliyordu, yahut kadın ve erkekler çıplak olarak gezebiliyordu.

Vahiy ise mümin kadınlara Nur 31’deki emirle ziynetlerini yani göğüslerini ve cinsel organlarını örtme emrini vermiştir.

 





 
 

CİLBAB DIŞ KIYAFET



Ey Nebi, eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların tanınması ve incitilmemeleri için daha uygun olan budur. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Ahzab 59
 
Ayette mümin kadınların cilbablarından giymeleri emri verilmektedir. Cilbab sözlükte; örtü, elbise, dış kıyafet anlamlarına gelmektedir. Dış kıyafeti günümüzdeki şekliyle tarif edecek olursak, iç çamaşırların üstüne giyilen kıyafetlerdir. Vahiy, bu kıyafetin nasıl olacağını dış kıyafetin amacını açıklayarak bildirmiştir. Dış kıyafetin amacı tanınmak ve incitilmemek, eziyet görmemektir. Önemli olan takva elbisesi ve kişinin kendini teşhir etmemesidir.
 
Ahzab 59’la ilgili yapılan en büyük tahriflerden birisi ayette “en yu’rafnetanınsınlar diye” olarak geçen ibarenin “tanınmasınlar diye” şeklinde çevrilmesidir. Oysa fiilin başında “tanınmasınlar” şeklinde çevrilmesini sağlayacak hiçbir olumsuzluk edatı yoktur.
 
Ayette geçen “bu onların tanınmaları ve incitilmemeleri için daha uygun olan budur” ifadesi çok önemlidir.  Demek ki burada altı çizilen unsur, kadınların giydikleri dış kıyafetlerin onları hem iffetli göstermesi hem de incitilmelerini önlemesi konusudur. Ayette geçen “incitilmemeleri için” ifadesi bu incitmenin sadece cinsel bir taciz olarak değerlendirilmesini (meallerde geçtiği gibi) ifade etmez. Zira taciz etmek psikolojik ve sosyal baskı yoluyla da gerçekleşebilmektedir. Günümüzde Taliban , IŞİD gibi örgütlerin yanlış İslami yorumları nedeniyle, pek çok ülkede İslam ve terör aynı safta değerlendirilmekte, bir kadının bu ülkelerde kara çarşaf veya peçeli olarak dışarıya çıkması, onun terör simgesi olarak görülmesine ve bu yüzden de psikolojik ve sosyolojik baskıya uğramasına sebep olabilmektedir. Bu nedenle kadınlar bu ülkelerde öyle bir kıyafetle dışarıya çıkmalıdır ki bu tür tacizlere de uğramasınlar.
 
Ahzap suresi 59.ayette dikkate alınması gereken önemli bir başka husus da “zalike edna” “daha uygun” şeklinde ismi tafdil olan bir ifadeyle kıyaslama yapıldığıdır. Yani bu tanım ile “öyle yaparlarsa da uygun olabilir” anlamı verilmektedir. Kısaca “cilbab”ın emirfarz değil de talimtavsiye olduğunu ayet bütünlüğünden anlamaktayız. Sonuç olarak bu durum Allah’ın bir farz emri değil, tavsiyesidir. (Nur 31.ayete baktığımızda ise ayette emredilen yerlerin örtülmesinin bir tavsiye değil, emir olarak geldiğini görürüz.)
 
Şimdi yazacağımız ayet, dış elbiselerini çıkarmak konusunda evlenme ümidi olmayan yaşlı kadınlar için verilmiş ruhsat bilgisidir.
 

Ve kadınlardan nikâh (evlenme) ümidi olmayan yaşlı kadınların, ziynetlerini açmaksızın giysilerini(siyab) çıkarmalarında, bundan sonra onlara vebal (günah) yoktur. Ve iffetli olmayı istemeleri onlar için daha hayırlıdır. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir), Alîm’dir (en iyi bilendir). Nur 60


Nur 60. ayette geçen “ziynetlerini açmaksızın” ifadesindeki “ziynet” kelimesini, Nur 31. ayetteki “ziynet” kelimesinin iki çeşit anlamından(göğüs-avret yeri) birisi olan “avret yeri” olarak çevirmemiz uygun görülmüştür. Eğer ayette her iki anlamdaki ziynet kast edilmiş olsaydı, o zaman Nur suresi 60. ayette tarif edilen kadınların diğer kadınlardan farkı olmazdı ve dolayısıyla onlara özel ruhsat vermenin bir anlamı kalmazdı. Bu ruhsata rağmen ayetin devamında “iffetli olmayı istemeleri onlar için daha hayırlıdır” detayı verilmiştir.





İslam özgürlük dinidir. Kuran insanları özgürleştirmek için indirilmiş bir kitaptır. Mümin bir erkek veya mümin bir kadın iffetli, ahlaklı olmalıdır ve bulunduğu her koşulda takva elbisesini kuşanmalıdır. Kuran’da en çok vurgu yapılan meselelerdendir iffet ve takva. Bizim bu yazıyı yazmamızdaki amaç kimsenin giyim tarzını yadırgamak ya da yüceltmek değildir. Amacımız, hangi durumun Allah’ın emri olduğunu, hangi durumun tercih meselesi olduğunu açıklamaktır. Bir kadın dilerse başörtüsü takabilir, dilerse takmayabilir. Başörtüsü takan bir kadının özgürlüğünü kısıtlamaya kimsenin hakkı olmadığı gibi, takmayan bir kadının da özgürlüğünü kısıtlamaya kimsenin hakkı yoktur. Herkes dilediğini giymekte özgürdür. Kişi kendinden sorumludur, kimse kimsenin günah yükünü yüklenmez. Kadınlar üzerinden yapılan namus bekçiliği zorbalıktan öte bir şey değildir. Kadınlara uygulanan psikolojik ve sosyolojik baskılar onayını asla vahiyden alamaz. Bugün, kadına şiddet uygulayan, kadını ikinci sınıf bir varlık olarak gören, kadını baskı altında tutmaya çalışan kesimler yaptıklarına dini, ahlaki kılıflar uydurmaktalar. Oysa vahiy, bu kılıfların hiçbirisine uymamaktadır. Aksine vahiy kişilere Allah’ın sınırları içerisinde bir özgürlük tanımaktadır.


“Sana vaat edilen, hiçbir yazılı kuralın olmadığı ama herkesin durması gerektiği sınırları bildiği, kalbe işlenmiş kanunların yürüdüğü ve temennilerin sadece “Selam(Barış)” olduğu cennetlerdir.” Emrah Eryılmaz

 
 
 

 

BİRAZ RAHATSIZ EDECEĞİM

 

SELAM.Sana birkaç satır getirdim, Allah’ın ayetlerini getirdim. İlk olarak şunu
söyleyeyim, okurken rahatsız olacaksın, ben zaten bunun için geldim, seni
rahatsız etmeye geldim. Eğer sorumluluğunu alamayacaksan, üstlenmek
istemiyorsan ve önyargılarını yıkmak istemiyorsan, onlarla bir ömür kalbinin
sesini bastırmaya razıysan, yazdıklarımın üzerine zaten düşünmeyecek ve sayfayı
kapatacaksın. Eğer böyle ise zaten kapatmalısın da. Çünkü sana, üzeri örtülen
ve cevapları verilemediği için sormaktan kaçtıkları sorular soracağım. Kafanı
allak bullak edeceğim, belki uykuların kaçacak, belki bu nokta bir dönüm
noktası olacak senin için. Ama korkma ! Eğer samimi isen, sorduğum soruların
cevabını bulabilmek için zaten elinden geleni ardına koymayacaksındır. Ve sorduğum
soruların hepsinin cevabı olduğunu ve eğer bu cevapları arayıp bulursan seni
günden güne tatmin ettiklerini göreceksindir. Allah’ın ayetlerinden
bahsedeceğim burada ama Kuran’ın neresinde geçtiğini sana söylemeyeceğim, zaten
Kuran’ı okumuşsan yazdığım ayetlerin Kuran’da olduğunu bileceksindir, yahut
bilmiyorsan merak edip bakacaksındır. Bir şeylere biraz emek vermeyi böylelikle
öğreneceksindir.

Bu dünyada neden çocuklar ölür ? Neden savaşır insanlar,
neden hastalanırlar ? Neden tecavüze uğrarlar ?  Diyelim öldü çocuklar, peki neden bu
çocuklardan birisi kanserle yıllarca savaşarak ölür de diğerinin ölümü daha
kolay olur ? Yahut şunu sorayım sana. Sen buraya imtihan için geldiğini söylüyorsun
değil mi? Peki 5-10 yaşında, ya da annesinden doğarken ölen bir çocuk acaba
neyin hesabını verecek sorusunu sordun mu hiç? Zira Kuran’da; “Size orda
(dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi?”
buyruluyor. Bu ayet şunu sordurmuyor mu sana, “5-10 yaşında ölen bir çocuğa
öğüt alabileceği kadar ömür nasıl verilmiş oluyor?”  Belki de şöyle demişsindir, “Yaa bu çocuk
direkt cennete gidecek desem, e Allah’ın adaletine sığar mı sorgusuz sualsiz
cennete gitmek, madem ben niye bu yaşıma kadar uğraştım?”. Eğer biraz
birilerinden bir şey duymuşsan, “Cennete gitmeyecek, cennetle cehennem arasında
bir yerde yaşayacak (mış diyorlar)”… Kuran’da nerede yazıyor böyle bir şey diye
sorduğunda ise cevap yok. Çünkü Kuran’da böyle bir şey yok. Bu soruları eminim
sormuşsundur eğer biraz duyarlı biriysen. Ama cevabını veremediğin için bu
sorulardan kaçmışsındır, cevap verememek, içinden çıkamamak seni korkutmuştur.
Yahut dinden çıkar mıyım diye düşünmüşsündür. Bu soruların cevabını bilmediğin
için aslında içten içe Allah’ın Âdil oluşundan şüphe bile etmişsindir. Ama
bilmelisin ki bunların hepsi sesini duymadığın vesvesenin fısıltıları sana,
hatta çığlıkları. Ama duymak için kulaklarını açmalısın. Oysa şüphe etmen
gereken O değildi. Bu soruların bir cevabı olması gerekiyor demeliydin. Eğer
dememişsen, artık demelisin. Çünkü bu soruların bir cevabı var ve o cevaplar
“İmtihan işte” ya da “Allah bilir” gibi kaçamak cevaplar da değil. Kalbini
tatmin edecek, seni ürpertecek, senin dönüm noktan olacak cevaplar. Kuran bu
kadar apaçık bir kitapken bu soruların cevaplarını barındırmayacağı hiç aklına
yatıyor mu? Bak sana söylüyorum, kaçma içindeki o sorgulayan tarafından, seni
rahatsız eden o sorulardan kaçman için sana fısıldayan yine vesvese. Çünkü
öğrenmeni istemiyor, Allah’ın adaletinden şüphe et istiyor, dinden uzaklaş istiyor.
Yukarıda sorduğum sorular çok basit örneklerdi aslında. Onlar gibi onlarca
yüzlerce soru var. Eğer söylediklerimi az çok anlarsan, bu soruları zamanla kendi kendine üretecek ve kendi kendine cevaplayacaksın. Şunu bilmelisin ki Kuran o sorulara kendi içerisindeki
muazzam tutarlılığı ile tek tek cevap veriyor. Yapman gereken O’nu gerçekten
anlamayı istemek. Sana bu soruların tümünün cevabını ben vermeyeceğim. Çünkü sen
gerçekten bu ve bunun gibi soruların cevaplarına erişmek istiyorsan önüne
konulan bu fırsatı asla elinin tersiyle itmeyeceksindir.
Elini, fıtratının çarpan kalbi üzerine koymaya çalış ve şunu
sor kendine. Cehennem denilen şey topraktan yaratılma bedeninin etini, kibritin
yakması gibi cayır cayır yakan somut bir ateş midir ? Şu soruyu gerçekten hiç mi
sormadın ? “Allah bizi gerçekten kaynayan bir kazanın içine atar gibi, ateşe
atıp yakacak mı?” Vicdanın bunu Allah’ın merhametine yakıştırıyor mu ?
Fıtratını biraz olsun temiz bıraktıysan, bu sorunun cevabına “hayır” dediğini
duyar gibiyim. Çünkü için cız ediyor değil mi böyle bir Allah tasavvuruna ?
Peki o zaman nedir cehennem ateşi ? Allah; “Görebilenler için cehennem
sergilenmiştir.” diye buyuruyor da sen cehennemi uzaklarda mı arıyorsun ?
Cehennem eğer sergilendiyse görebilmek için kıyametten sonrasını beklemeye
ihtiyacın var mı ? “Cehenneme sizden girmeyecek kimse yoktur” ayetine ne
diyeceksin peki ? Yaşanılan acıları, savaşları, intiharları, tecavüzleri,
hırsızlıkları kısaca tüm kötülükleri gözünün önüne getirdiğinde; ateşten başka
bir şey görüyor musun ? Çocuğunu kaybeden bir annenin çektiği acıyı
hissedebiliyor musun ? Ya da en basitinden, en yakınında olan kendine bak.
Kendi iç sancılarına, kalp ağrılarına, fiziksel ve zihinsel olarak yaşadığın
tüm olumsuzluklara. Sen Allah’ın kullara zulmedeceğini mi sanıyorsun ? Bunca
karmaşanın içinden kendini inzivaya çektiğin bir anda şunu hiç mi sormadın, “Bu
tecavüze uğrayan çocuk bunu hakedecek ne yaptı, Allah buna neden izin veriyor ?
Allah neden bir bebeğin açlıktan ölmesine izin veriyor ?” Peki şunu hiç
düşündün mü, bir insan neden sakat doğar ? Kolsuz, bacaksız, organsız,
kromozomsuz yahut fazla kromozomlu. O bunu hakedecek ne yaptı ki ? Neden bazı
insanlar tastamam doğar da bazıları eksik doğar ? Sen tastamam doğduysan eğer,
bunu hakedecek ne yaptın yahut diğerinin suçu ne ? Ne yani sen bunları sebepsiz
mi sandın ? Allah “Herkes elleriyle takdim ettiklerini yaşar, kimseye kıl kadar
zulmedilmez” derken ne kadar ciddi olduğunu anlamadın mı hala ? Sen ateşin apaçıklığını
hala görmedin mi ?Şunu sorduğunu duyar gibiyim, henüz aklı başına gelmemiş bir bebekbir insan
nasıl elleriyle bir şey takdim etmiş olabilir ? Henüz iyiyle kötüyü ayırtedecek
seviyeye gelmeden ölerek bunu nasıl haketmiş olabilir ? Allah ise “Elleriyle
takdim ettikleriniz yüzünden” buyuruyor. Demek ki önceden elleriyle bir şeyler
takdim etmesi gerekiyor değil mi ? Peki bu nasıl mümkün ? Sen tek bir bedende
yaşadığını sanarken bunu asla mümkün kılamazsın. Sence her şey sadece ortalama
80 senelik bir ömürden ibaret olabilir mi? Bu seni rahatsız etmiyor mu? 20
yaşında ölenle, 120 yaşında ölenin tek bir bedenden ibaret olarak nasıl aynı
hesaba çekileceğini nasıl mantığına sığdırıyorsun? Hayır, her şey o kadar da basit
değil. Her şey senin sandığın kadar adaletsiz değil. Allah zalim değil. Sen
dünyaya bir kez geldiğini düşünürken kafanın içindeki sorulardan kurtulman da
mümkün değil. Kuran’daki yeniden diriliş bilgisini idrak edemedikçe içinden çıkılamaz
bir hal alıyor soruların. Yoksa sen de inkarcıların Kuran’da dediği gibi; “Öleni
Allah yeniden diriltmez” diye yemin mi edeceksin ? Sana başlangıçta ne söyledim
? Tüm o soruların muazzam tutarlılık içinde ayrıntılı cevapları var. Eğer sen
dikkatli okumuşsan, bu yazının içinde bazı cevaplara erişmişsindir. Yeni sorulara
gebe kalmışsındır. “Ama ayette şöyle diyor” diye önüme sunacağın pek çok ayet
var biliyorum. Sen yine anlamak yerine, anlamaya çalışmak yerine önyargılarınla
yaklaşmazsın umarım. Merak etme, bahsettiklerimin hiçbirisini hiçbir ayetle
ters düşmüyor. Çünkü zaten Kuran bu bilgileri anlatıyor asırlardır, ben sadece
sana işaret ediyorum. İçindeki soruların cevabını bulmakla yanıp tutuşan
biriysen, muhakkak bu bilgileri ayetlerle kıyas edeceksindir. Daha çok merak
edecek ve bulmak için çabalayacaksındır. Buraya gelmenin bir sebebi olduğuna
inandığını biliyorum. Sana düşen o sebebi daima aramak. Kişi bilgiyi çeker, sen
talep ettikçe, ardına düştükçe bulacaksın sorularının cevabını. Aslında
konuşulacak çok şey var bunu ben de biliyorum. Ama ben burada gücümün yettiği
kadarını anlatacağım sana. Amacım biraz olsun zihnini zorlamanı sağlamak. Kuran’a
yeni bir bakışla tekrar bakmana yardımcı olmak. Eğer bunu yapabilirsen bu
hayatta kendi alabileceğin en doğru kararlardan birini almış olacaksın, umarım
bir gün bunu anlarsın.

Ve bir şeylere adım olsun istiyorsan bu videoyu mutlaka izlemelisin.

 

Hatice Günaydın

 

NAMAZ VAKİTLERİ

Namaz vakitleri ile ilgili soru ve sorunlar üzerine bazı açıklamalar yapmak elzem olmuştur. Namaz nefslere farz kılınan bir ibadettir. Ve bu ibadet çeşitli vakitler üzerinden farz kılınmıştır.

“Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah’ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü’minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz” olmuştur.” Nisa 103. Ayet

Vahiy, vakitlerin farz kılınmasının yanı sıra bu vakitlerin ne zamanları kapsadığını tüm detayları ile bildirmiştir. Fakat detaylar içerisinde önem teşkil eden ve anlamı açıklayan ek bilgiler, namaz ibadetinin tamamlayıcısı olan diğer ibadetler üzerinden açıklanmıştır. Bu bilgi, Kaf Suresi 39 ve 40. Ayetlerde “Öyleyse (artık) onların söyledikleri şeylere sabret. Ve Rabbini, güneşin doğuşundan evvel ve batışından evvel, hamd ile tesbih et. Ve artık gecenin bir kısmında ve secdelerin arkasından O’nu tesbih et” olarak bildirilmiştir. Tesbih, Allah’ı eksik sıfatlardan uzak tutmak, O’nun şanının yüceliğini anmak demektir.Tesbih etmek (tesbihat), secdelerin arkasından yapılan ve namazı tamamlayan bir ibadettir. Bu bilgi bir çok ayette yine “secde ve tesbih etmek” birlikteliği ile bildirilmiştir.

“Öyleyse Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.” Hicr 98. Ayet

“Fakat Bizim âyetlerimize iman edenler onlardır ki, (âyetlerimiz) zikredildiği zaman secde ederek yere kapanırlar ve Rab’lerini hamd ile tesbih ederler ve onlar kibirlenmezler.” Secde 15. Ayet

“Secde ve tesbih” bir arada yapılan, birbirlerinin tamamlayıcıları olan ibadetlerdir. Bu yüzden vahiy, bu iki ameli birlikte ve yan yana kullanır. Bu durum iman etmek ve onun gerekliliği olan salih amel ikilisi gibi birbirlerini tamamlayan iki aksiyondur.

Şimdi namaz vakitlerinin hangi zaman dilimlerini kapsadığını açıklayalım;

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın kısmında namazı ikame et. Muhakkak ki haseneler, seyyiati giderir. İşte bu, zikredenler için bir öğüttür.” Hud 114. Ayet

Sabah Vakti: Günüdüzün iki tarafı içinde yer alan ilk taraf; Gündüzün başlangıcı olan vakit olan sabah namazı vaktidir. Çünkü gündüzün başlangıcı, gündüzün ilk tarafıdır. Bunun için belirleyici, güneşin, geceye adımını attığı andır.

Öğle Vakti: İkinci taraf, güneşin en tepeye gelip, batıya döndüğü vakit olan, öğle vaktidir.

Akşam Vakti: Gecenin gündüze yakın olan kısmı ise; güneşin batmaya başladığı, güneşin adımlarının gecenin üzerinden yavaş yavaş kalmaya başladığı ilk anlardır. Günün geceye döndüğü vakittir. Bu vakit ise akşam namazına tekabül eder.

Bu ayette; 3 ayrı vakit bilgisi verilmiştir.

Namaz vakitleri, namazın tamamlayıcı ibadeti olan tesbihat üzerinden yine aynı vakitleri karşılayacak şekilde açıklanmıştır;

“Öyleyse (artık) onların söyledikleri şeylere sabret. Ve Rabbini, güneşin doğuşundan evvel ve
batışından evvel, hamd ile tesbih et. Ve artık gecenin bir kısmında ve secdelerin arkasından O’nu tesbih et” Kaf 39, 40. Ayetler

“Ve Rabbinin ismini sabah ve akşam zikret. Ve artık, gecenin bir kısmında O’na secde et. Ve geceleyin uzun uzun O’nu tesbih et.” İnsan 25, 26. Ayetler

“O halde söylenen şeylere sabret! Ve Rabbini, güneşin tulûundan (doğuşundan) önce, güneşin gurubundan (batışından) önce ve gecenin bir kısmında hamd ile tesbih et. Ve gündüz boyunca da tesbih et. Umulur ki böylece rızaya ulaşırsın.” Taha 130. Ayet

Güneşin doğuş vakti, sabah namazıdır. Batışından evvel olarak verilen vakit, akşam namazına denk gelen, gündüzün geceye döndüğü zaman dilimidir.

Yatsı Vakti:  Kaf Suresi 40. Ayette “Ve artık gecenin bir kısmında ve secdelerin arkasından O’nu tesbih et” ve İnsan Suresi 26. Ayette “Ve artık, gecenin bir kısmında O’na secde et. Ve geceleyin uzun uzun O’nu tesbih et” olarak verilen vakit, yatsı vaktidir. Bu vakit gece karanlığının tamamen çöktüğü ve güneşin etkisinin günden ayrıldığı vakittir. Gece olarak adlandırılan yatsı namazı, akşam vakti olan güneşin geceden ayrılmaya başladığı ve henüz karanlığın çökmediği vakitte kılınamaz. Çünkü eğer kılınırsa, akşam vaktinde kılınan namaz ile gece vaktinin namazı olan yatsı vakti arasında bir fark olmayacaktır. Bu sebepledir ki gece ve akşam vakitleri birbirlerinden ayrıdır.Çünkü tüm vakitler güneşin adımları üzerinden belirlenmiştir.

Yatsı vaktinin sonu ise, sabah vakti olan güneşin tekrar geceye ilk adımını attığı zamana kadardır. Bu detay bilgisi Tur Suresi 48, 49. Ayetlerde “Ve Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü muhakkak ki sen gözümüzün önündesin. Ve kalktığın zaman Rabbini hamd ile tesbih et. Ve gecenin bir kısmında artık O’nu tesbih et ve yıldızların batışında da…” olarak verilmiştir. Kalktığın zaman olarak verilen amel, namaza kalkma eylemidir. Keza bunu vahiy İsra Suresi 89. Ayette “Gecenin bir kısmında kalk ve sana özel nafile olarak O’nunla teheccüd namazı kıl!” olarak detaylandırmıştır. Gecenin bir kısmı olarak verilen vakit, yatsı namazının vakti içindedir. Tekrar yazmakta faydar var; Yatsı vakti, gündüzün geceye döndüğü vakitten sonra karanlığın çöktüğü ve tekrar gecenin gündüze döndüğü vakit arasındadır. Yıldızların batışı ise, güneşin geceye adımını atıp, doğduğu zaman olan yıldızların kaybolduğu sabah namazı vaktidir.

Böylece vahiy iki farklı zamanı hem namaz vakti, hemde namazın arkasında yapılacak olan tesbihat üzerinden bildirmiştir. Bunun yanı sıra Resul’e özel önerilen teheccüd namazının vakit aralığı ise uzun bir süreyi kapsayan içinde, namaz-tesbih ve en önemlisi zikir ilmini barındıran bir ibadettir Bu bilgi; Ey örtünüp gizlenen! Az bir kısmı hariç olmak üzere gece kalk! Onun (gecenin) yarısı veya ondan (yarısından) biraz eksilt.  Veya onu daha arttır. Ve Kur’ân’ı tane tane güzel bir şekilde oku” olarak Muzemmil Suresi 1 ve 4. Ayetler arasında açıklanmıştır. Tabi Kur’an okumak namazın içerisinde değişmez olan farzlardandır. Bu bilgi nasıl ki Resul için açıklanmış ise iman edenler içinde yine Kur’an içinde açıklanmıştır.

“Muhakkak ki Rabbin, senin ve seninle beraber olanlardan bir topluluğun, gecenin üçte ikisinden daha azında, onun yarısında ve onun üçte birinde (namaz, tesbih, zikir ibadetleri için) kalktığını biliyor. Ve geceyi ve gündüzü Allah takdir eder, onu (namaz vakitlerini) sizin asla hesaplayamayacağınızı bildi. Bu sebeple sizin tövbenizi kabul etti. O halde Kur’ân’dan size kolay geleni okuyun! Sizden bir kısmınızın hasta olacağını, diğerlerinin yeryüzünde, Allah’ın fazlından (rızık) isteyerek dolaşacaklarını ve diğer bir kısmının da Allah’ın yolunda savaşacaklarını bildi. Artık O’ndan (Kur’ân’dan) size kolay geleni okuyun, namazı ikame edin, zekâtı verin ve Allah için güzel bir şekilde borç verin! Ve nefsiniz için hayır olarak ne takdim ederseniz, onu Allah’ın indinde daha hayırlı ve daha büyük bir ecir olarak bulursunuz. Ve Allah’a istiğfar edin! Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.” Müzemmil 20. Ayet

Tüm namazlar ve gece namazı olan yatsı namazı için nefsler kalktıklarında, kendilerinin kolayına geleni namazları sırasında okumaları öğütlenmiştir. Bunu Resul ve ona uyanlar üzerinde vahiy, şahit olacak nefsler için bildirmiştir.

Buraya kadar; Sabah, Öğle, Akşam ve Yatsı olmak üzere 4 vaktin ne olduğunu ve neye göre belirlendiğini ifade ettik. Vahiy bu vakitlerin dışında bir zamana daha atıfta bulunur. İlk olarak bu zaman bilgisi, geniş bir anlamda İsra Suresi 78. Ayette “Güneşin dönmesinden, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecrin Kur’ân’ını ikame et. Çünkü fecrin Kur’ân’ı şahitlidir” olarak verilmiştir. Gecenin kararması olarak verilen vakit, akşam namazı vakti, fecr vakti olarak verilen bilgi ise sabah namazının vaktidir.

“Güneşin dönmesinden gecenin kararmasına kadar namaz kıl” olarak verilen zaman aralığı ise, sabah ve akşam namazı vakitleri arasındadır. Bu iki zaman arasında kalan öğle ve ikindi namaz vakitleri ise Rum Suresi 17, 18. Ayetlerde “Öyleyse akşam ve sabah (namaz) vaktinde Allah’ı tesbih edin. Ve göklerde ve yerde hamd, O’na mahsustur. İkindide ve öğle vaktinde  (O’nu tesbih edin)” olarak verilerek, güneşin dönmesinden gecenin kararmasına kadar olan vakite ki namazlar bildirilmiştir.

İkindi namaz vakti, vahiy içerisinde özel bir ada sahip olarak karşılık bulmuştur. Bu bilgi, Bakara Suresi 238. Ayette “Namazları ve orta namazını koruyun ve Allah’a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun” olarak verilerek, aslında bir denklemin tamamlayıcısı gibi kendine yer edinmiştir. Çünkü bu denklem, namazların tek sayıya sahip olan bir vakite bölündüğü gerçeğidir. Örneğin namaz vakti 4 veya 6 olsaydı, herhangi bir vakit, orta namazın karşılığı olmayacaktı. Fakat vahiy 5 namaz vakti belirlemiş  (Sabah-Öğle-İkindi-Akşam-Yatsı) ve bu vakitlerin (Sabah ve Öğle ile Akşam ve Yatsının) ortasında olan “ikindi vaktinin” denklem içinde yerini belirterek tüm vakitleri insanlara bildirmiştir.

Kur’an nefes alan eşsiz bir kitaptır. Ve kendisini kendi içinde açıklamaktadır. İslam olana düşen “Kitabı gereği gibi okuyanlar, ona iman edenlerdir” ayetinde olduğu gibi, kitabı gereği gibi okumaktır. Kitabı gereği gibi okuyana ise istediği cevaplar verilir.

EMRAH ERYILMAZ

ZAMAN MADDE VE YARATILIŞ – 2

EVRENİN GENİŞLEMESİ

“Göğe gelince, onu biz ellerimizle kurduk. Hiç kuşkusuz biz, genişleticileriz.” Zariyat 47.ayet

Evren genişlemektedir. Sadece içerisinde bulunulan evren değil, diğer evrenler de bulundukları sonsuzlukta genişlemektedir. Genişleme sadece genleşme anlamının dışında, yeni yıldızlar ve yeni yaşam alanlarının evrenler içinde yaratılmasıyla da olmaktadır.

“Göklerde ve yerde kim varsa O’ndan ister. O, her an yeni bir şanda, iş ve oluştadır.” Rahman 29.ayet

Ayetin bilgisi, yaratımın sadece yaşanılan evrenle sınırlı olmadığı ve O’nun bu yaratımı “an” denilen bir sürede yenilediği ve yinelediği bilgisidir. Sadece Nur esmasının bir âlemi ne şekilde yarattığı bilgisi verildiği üzere “Ol” komutu sadece bu âlemle sınırlı değildir. Çünkü “O, her an yeni bir şanda, iş ve oluştadır.” Bu yaratım ve genişleme, yer ve gök olarak ifade edilen evrenlerin oluşumunu, hatta evren içindeki iç boyutları da kapsamaktadır. Yine ayet içinde yer verilmiş olan diğer önemli bir detaysa “göklerdekiler” kelimesidir. Bu ifade diğer varlık sahaları ve boyutlardaki bilinçli varlıklar için kullanılmaktadır. Çünkü “istemek” bilinçli bir eylemdir. Ayrıca bir şeyi O’ndan istemek için öncelikle O’nun varlığının bir varlık tarafından farkında olunması gerekmektedir. Bundan sonra istemek gibi, özgür bir irade devreye girer.

Buraya kadar bilgisi verilmiş olan kısmı kısaca özetlersek: Yüce ALLAH ve esmaları (sistemleri), içerisinde yaşanılan evrenin yaratıcısıdır. Yaratım bu âlem ile sınırlı olmayıp, sonsuz uzay olarak ifade edilen plazmik alanda evren adacıkları şeklinde olmaktadır. Her evren kendi içinde yine bir bilgi ve ilim üzerine genişlemektedir. Bu genişleme yeni yıldızlar ve sistemlerinin yaratılmasıyla olmaktadır. Tüm bu oluşumlar evren yaratılmadan önce belirlenmiş Sünnetullah’a (ALLAH’ın yasalarına) göre işlemektedir. Buraya kadar açıklanan ayetlerde ifade edilen yaratım süreçlerindeki bilgilerin işaret ettiği esmalar; “el-halık”, “el-nur”, “el-hafız” esmalarıdır.

Hâlık; her şeyi yokken yaratan, geçireceği süreci, halleri, olayları önceden tespit edip ona göre ortaya çıkaran, meydana getirendir. Nokta atomdan bu sürecin oluşması ve yaratılması, Halık esmasının genel ifadesidir.

Nur; evrenin nuruenerjisidir.

Hafız; pozitif-negatif, iyi-kötü, küçük-büyük bütün incelikleri zıttı ile zapt edip koruyan demektir. Bu ilk genişleme sürecindeki proton(+) ve elektron(-) etkileşimiyle dualite (karşıtlık,zıtlık) üzerine yaratılan madde evrenidir. Bu Sünnetullah’a (Yüce ALLAH’ın yasalarına) göre, âlem yaratılmıştır. Buraya kadar verilen bilgiler, evrenin genel yaratım süreci ve genişleme bilgisidir.

EVRENİN, DÜNYA’YA OLAN YAŞ VE ORAN BİLGİSİ

Kur’an-ı Kerim’de yaşanılan varlık sahasının (dünya) ve evrenin ilk yaratım süreçleri verilerek, gezegenin yaşının, evrenin yaşına oranı bildirilmiştir.

“ALLAH’tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O’nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hala düşünüp ibret almayacak mısınız?” Secde 4.ayet

Ayetin bilgisi, yaratımın “6 gün” olarak ifade edilen süreçlerde yapıldığını bildirmektedir. Yüce ALLAH indinde her şey “an” denilen süreçlerde cereyan eder. Fakat daha önce de ifade ettiğimiz üzere, varlığın yaşadığı boyut içerisinde, bunun algılanışı aynı şekilde olmaz. Bu sebeple yaşanılan boyutun realitesine göre bilginin verilişi o paralellikten değişir. Ayetlerin karşılığı olan bilgiye ulaşmak için, kelimeler üzerinden yapılan vurgular ve anlamlar çok önemlidir.

“6 gün” kavramı, “6” ayrı günü içine alan evrenin karşılığıdır. Çünkü “gün” kavramı “gece ve gündüzü” içerisine alan bir süreci kapsamaktadır. Bu yüzden ayette, an, dakika veya saat ifadesi kullanılmamıştır. Bu ifade varlık sahasında bilginin anlaşılması için verilmiş çok önemli bir detaydır.

“Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış” olarak verilmiş detay bilgisi, tüm bu yaratım süreçlerinin “6 gün” olan ve her günün içinde “gece ve gündüzü” barındıran süreçlerde de yapıldığıdır. Yine ayet içerisindeki her oluşum kendi içinde yine “6 gün”de yaratılmıştır. Bu detayı şöyle yazabiliriz:

a. Gökler, 6 günde yaratılmıştır.
b. Yer, 6 günde yaratılmıştır.
c. Arasındakiler, 6 günde yaratılmıştır.

Bu genel bilgi, Kur’an-ı Kerim’deki yaratım süreç bilgisinin en temel ayetidir. Diğer detay ayetlerini birleştirdiğinizde içerdiği bilgi kendini görünür kılar. Öncelikle “gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri” gibi genel bir ifade kullanılması, evrenin ilk oluşumu olan “Big Bang” sürecinin başlangıcıdır. Bu süreç, “6 gün” olarak verilmiş zamanın da başlangıcıdır. Bugün bilim bu sürecin 13,7 milyar yıl önce olduğunu ifade etmektedir.

“De ki: “Siz, yerküreyi iki günde yaratana gerçekten nankörlük edip O’na ortaklar mı koşuyorsunuz? Âlemlerin Rabbi’dir O!” Fussilet 9. ayet

Fakat bu ayet bilgisine geldiğinizde yerkürenin 2 günde yaratıldığı bilgisi verilmektedir. Siz sadece tek ayet üzerinden bilgileri yorumlamaya kalkarsanız, hem Yüce ALLAH’ın varlık sahasına bildirdiği bilgiye ulaşamazsınız hem de Kur’an içerisinde, kendi zihninizin konuyu tamamlayamamasından dolayı çelişkiye düşersiniz. Çünkü bütün ayetler diğer ayetlerle organik bir bağa sahiptir ve birleşince sistem bilgisine ulaşabilirsiniz. Kolektif anlamda insanoğlu yüzlerce yıldır bu ve buna benzer detayları gözardı ederek bu bilgileri yorumlamaya çalışmışlar ve Kur’an’ı kendi içinde çelişen bir kitap gibi göstermişlerdir.

Ayette verilmiş olan “yerküreyi iki günde yaratana” bilgisi, dünyanın evrene göre yaratım oranıdır ve bu oran için ilk gerekli bilgi, dünyanın 2 günde/birimde yaratıldığını bildirmektedir. Secde suresi 4.ayetler, Fussilet suresi 9.ayeti birleştirdiğinizde ortaya şu sonuç çıkar: Evren 6 birim zaman önce yaratılmıştır. Ama Dünyanın yaratımı, (evrenin yaratım sürecinin yanında) 2 birimdir. Bu bilgiye göre, evren ile dünyanın yaratımı arasında 6/2=3 birimlik bir kat vardır. Bu da dünyanın yaşının, evrenin yaşının 3’te 1’ine denk olmasıdır. Biraz önce ifade ettiğimiz gibi evrenin bugün tahmin edilen yaşı 13,7 milyardır. Bu sayıya göre dünyanın yaşı 13,7/3=4,56 milyar yıldır. Bugün bilim , dünyanın yaşını aynı şekilde ifade etmektedir. Bunun yanı sıra evrenin yaşı kaç olursa olsun önemli olan verilen orandır. Yüce ALLAH’ın Kur’an-ı Kerim’de bildirdiği, evrenin yaşının dünyanın yaşından 3 kat fazla olmasıdır. Ayetlerin sonunda tüm verilen bilgilere rağmen, insanın nankörlüğüne atfedilen cümleler düşünülmesi gereken diğer önemli detaylardır.

DÜNYA’NIN YARATIMINDAKİ “6 GÜN/EVRE”

Yüce ALLAH her şeyi 6 gün olarak verilen evrelerde yaratmıştır. Yaşanılan Dünya da 6 günlük süreçler dahilinde yaratılmıştır. Her yaratımın da kendi içerisinde 6 günlük bir sürece tabi oluşu diğer ayet bilgileriyle sabittir.

“O, yeryüzüne, denge ve dayanıklılık sağlayan dağları üstünden yerleştirdi. Onda bereketlere vücut verdi. Ve onda, besinlerini isteyip duranlar için eşit miktarda olmak üzere dört günde takdir edip düzenledi. Sonra buhar/duman halindeki göğe yöneldi de ona ve yerküreye şöyle seslendi: “İsteyerek veya istemeyerek gelin!” Onlar şöyle dediler: “İsteyerek geldik!” Böylece onları, iki günde yedi gök halinde takdir edip her göğe kendi iş ve oluşunu vahyetti. Ve biz, dünya semasını kandillerle ve bir korumayla donattık. İşte bunlar Aziz ve Alîm olanın takdiridir.” Fussilet 10-12.ayetler

Ayetleri dikkatli şekilde okuduysanız, Dünya üzerindeki yaratımın da 6 gün olarak verilen evrede ve de hangi aşamalar için de yapıldığı bilgisi detaylandırılmıştır. Daha bu ve birçok ayet birbirleriyle organik bağa sahiptir. Her biri bir sistemin/esmanın işleyiş bilgilerini vermektedir. Bunun sağlaması yine Kur’an’ın içindedir. Eğer ulaştığınız bilgiler birçok ayet ile organik bağ kurup kendini görünür kılıyorsa ve de birbirini açıklıyorsa  o zaman doğru bilgi üzerindesinizdir. Fakat bir çelişki yaratıyorsa o zaman bakışınızı ve algınızı değiştirmeniz gereklidir. Şimdi Dünya gezegeni üzerindeki 6 gün olarak verilmiş yaratım(süreç) bilgilerini detaylı olarak aktaracağız.

DÜNYA’NIN YARATIMINDAKİ 4 GÜN SÜRECİ


“Ve orada, onun üzerinde sabit (denge sağlayan) dağlar oluşturdu. Ve orayı bereketli kıldı. Orada (arzda) bulunanların besinlerini (rızıklarını), dileyenler için eşit olarak dört günde takdir etti.” Fussiler 10.ayet


Ayet, Dünya üzerindeki yaratımın 4 gün/evrelik kısmıyla ilgili detayları kapsamaktadır. Daha önce ifade ettiğimiz gibi her yaratım kendi içerisinde “6” aşamaya sahiptir. Dünya’nın yaratımı da 6 evreye sahip olduğuna göre, Dünya üzerindeki oluşumun 4 evrelik zamanı, bütün uzay ve doğa olaylarıyla birlikte gezegenin yaşanabilir bir duruma getirilme zamanını ve şu andaki zamandan ne kadar önceki süreyi kapsadığının oranını vermektedir. Bu da 6/4 zamanlık süreyi kapsayan olay örgüsüdür. Dünyanın bilinen yaşını 4,56 milyar yıl olarak alırsak, günümüzden 1,52 milyar yıl önceye kadarki süreci kapsamaktadır.

Milyonlarca yıl süren meteor yağmurlarıyla suyun yeryüzünü kaplaması ve bunun sonucunda yüzeyin kabuk oluşturacak kadar soğuması bu dönem içindedir. Devamında eriyik haldeki kayaların magmanın etkisiyle yerkabuğunu delip patlatması ve suların üzerinden yükselip zamanla soğumasıyla volkanik adalar oluşmuştur. Sonrasında bu adalar birleşip ilk kıtaları oluşturmuştur. Bu bilgiler ayette “sabit (denge sağlayan) dağlar oluşturdu” olarak bildirilmiştir. Yine bu zaman dilimi içerisinde farklı zamanlarda, göktaşlarının yeryüzünü bombalamasıyla, gezegene, mineral, karbon, ilkel protein ve aminoasitler taşınmıştır. İlerleyen süreçte deniz suyu, çatlaklardan aşağı sızarak sıcaklığı artmış ve bunun sonucunda mineral ve gaz toplanmıştır.

Gök taşlarından gelen minerallerle birlikte, su kimyasal bir karışıma dönüşmüştür. İşte bu süreçte tek hücreli mikroskobik organizmalar oluşmuştur. Bu organizmalar hiçbir evrime ve değişime uğramadan milyarlarca yıl önceye kadar sabit kalmışlardır. Bu süreç içerisinde giderek artan oksijen miktarı 1,5 milyar yıl önce bugünkü seviyesine ulaşmıştır. Böylece yaşam koşulları sağlanmıştır. Oksijenin artması sonucunda ozon tabakası oluşmuştur. Bu tabaka, kara üzerinde yaşamın oluşmasını engelleyen, güneşten gelen radyasyondan korunmayı da gerçekleştirmiştir. 1,5 milyar yıl önceye kadar bu tabaka olmadığı için yaşam suda olmuştur. Denizdeki organizmalar bu sürece kadar güneşin zararlı ışınlarından, okyanus suyu ile korunmuştur. Bu süreç içerisinde gerçekleşen önemli iki detayı ifade etmemiz gerekmektedir.

Su ve demirin yine “4 gün” olarak bilgisi verilen süreç içerisinde dünyaya indirildiği Kur’an tarafından bildirilmiştir. Bilim, suyun ve demirin yeryüzüne uzaydan geldiğini ve milyonlarca yıl süren bir süreçten sonra yeryüzüne yerleştiği bilgisine daha yeni ulaşmıştır. Bu bilgiler Kur’an-ı Kerim içinde yeryüzüne indirildiği andan beri durmaktadır.


SU VE DEMİRİN GÖKTEN İNDİRİLİŞİ


Görmedin mi? ALLAH gökten bir su indirdi, onu yerdeki kaynaklara yerleştirdi, sonra onunla türlü türlü renklerde ekinler yetiştiriyor. Sonra onlar kurur da sapsarı olduklarını görürsün. Sonra da onu kuru bir kırıntı yapar. Şüphesiz bunlarda akıl sahipleri için bir öğüt vardır.” Zumer 21.ayet


Ayette verilmiş “ALLAH gökten su indirdi” bilgisindeki “gökten” ifadesi çok önemlidir. Ayetin orijinal metninde geçen “es semaî””sema,gök” terimi, uzay anlamında kullanılmıştır ve bu detay, suyun geldiği “uzayı” ifade etmektedir. Su yeryüzüne uzaydan/gökten gelen meteor bombardımanlarıyla milyonlarca yılda yerleşmiştir. “Yerdeki kaynaklara yerleştirdi” bilgisi, önceki bilgiyi tamamlayan kronolojik detay cümlesidir. Kur’an içinde, Dünya üzerindeki doğal su döngüsüyle ilgili bilgiler de verilmiştir. Fakat bu bilgilerde kullanılan kelimeler farklıdır.

“Ayrıca siz, içiyor olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu, bulutlardan siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?” Vakıa 68-69.ayetler


Ayetin orijinal metninde kullanılan “min el muzni” “bulutlardan” detayı önemlidir. Burada verilen bilgi biraz önce izah ettiğimiz, gök/uzay değildir. Bulut kelimesinin verilmesi, gökten suyun yerleştirilmesi ile yağmur (su) döngüsü arasındaki farklılığı vermektedir.

“O ALLAH’tır ki, rüzgarları gönderir de onlar, bulutu savurur. Sonra ALLAH o bulutu semada dilediği gibi yayıp döşer, onu parça parça eder. Nihayet sen onun arasından yağmurun çıktığını görürsün. Sonra onu kullarından dilediğine ulaştırdığında onlar, müjde almış gibi sevinirler.” Rum 48.ayet


Her ayet farklı bilgiler vermektedir. Bu ayette suyun yeryüzündeki döngüsü bildirilmiştir. Ayrıca ayette verilmiş hidro(su) döngüsünün sıralaması, meteorolojideki gelişmelerin sonucunda daha yeni ulaşılabilmiş bilgilerdir. Bir diğer detaysa, suyun indirilmesindeki vurgunun, bulut üzerinden işlenmesidir.

“Sıkışanlardan da şarıl şarıl bir su indirdik.”Nebe 14.ayet


Ayetin orjinalinde de geçen “min el mu’sırati” detayının karşılığı “sıkışıp yığılan” manasına gelmektedir. Birçok mealde bu, yağmur bulutları olarak verilmiştir. Ama ayette işaret edilen nokta, yağmurun oluşumundaki fizyolojik sebeptir. Yağmur, küçük zerrelerin yoğuşması, yani sıkışması sonucu oluşur. Sıkışanlar olarak bilgi detaylandırılarak, zerrenin misali verilmiştir.

“Görmedin mi, ALLAH, gökten bir su indirdi. Onunla, renkleri çeşit çeşit meyveler çıkardık. Dağlardan da yollar var; beyaz, kırmızı, değişik renklerde. Ve simsiyah yollar da var.” Fatır 27.ayet


Önceki açıklamalarımızda ifade ettiğimiz gibi, gökten/uzaydan meteor yağmurlarıyla birlikte suyun yeryüzüne yerleştirilmesinin yanı sıra, başka zaman dilimlerindeki meteor yağmurlarıyla “mineraller” de taşınmıştır. “Dağlardan da yollar var; beyaz, kırmızı, değişik renklerde. Ve simsiyah yollar da var.” bilgisi, dağlarda bulunan kayaçlarının farklılığına ve göktaşlarının milyonlarca yıl süren süreçlerin sonucunda bazı kayaçların oluşumundaki etkisidir. Yine bu farklılık orijinal metinde “min es semâi” “semadan, gökten” olarak verilerek, uzay üzerinden oluşturulan durum bilgisi verilmiştir.

Kur’an
bilgisiyle dikkat çekilen diğer önemli maden olan “demir” yerine yine “4 gün” ifade
edilmiş zamanda oluşturulmuştur.

“And olsun, biz resullerimizi açık seçik
delillerle gönderdik ve onlarla birlikte Kitap’ı ve ölçüyü de indirdik ki,
insanlar adaleti ayakta tutsunlar/adaletle doğrulsunlar. Ve demiri de indirdik.
Oda zorlu bir kuvvet ve insanlar için birçok yarar var. ALLAH bu sayede,
kendisine, resullerine, gayba inanarak kimin yardım edeceğini bilecektir.
ALLAH, Kavi’dir, Aziz’dir.” Hadid 25. Ayet



“Demiri indirdik” cümlesi, tıpkı su gibi
demirin de semadan/uzaydan indirilmiş olduğu bilgisidir. Suyun yeryüzüne
gelmesine sebep olan göktaşları, demir için de aynı vazifeyi görmüşlerdir.
Göktaşlarıyla gelen demir mineralleri, su altında bulunan “Stromatolitlerin” oksijen üretmesiyle pasa dönüşmüştür. Bu pas,
demir zengini kaya birikintiler oluşturmak için deniz tabanına çökmüş ve geçen
milyarlarca yıl sonra bugün kullanılan demiri oluşturmuştur.

Buraya kadar
verilen bilgiler Dünya’nın “6 günlük” toplam
evresinin “4 günlük” bölümünü
kapsamaktadır. “4 gün” olarak verilmiş sürecin karşılığı dünya zamanına göre
ortalama 3 milyar yıldır. Bu zaman diliminde sadece suda, tek hücreli
organizmalar vardır. Devam eden süreçlerde suyun ve oksijenin yeterli seviyeler
gelip, kara üzerinde yaşam olabilmesi için uygun şartlar hazırlanmıştır. Bu
detay yine Fussilet Suresi 10. Ayette “Ve onda, besinlerini isteyip duranlar için
eşit miktarda olmak üzere dört günde takdir edip düzenlendi”
olarak
bildirilmiştir.

Tekrar ifade
etmekte fayda var “Gün” olarak bilgisi verilen kavram, gece ve gündüzü içine alan bir sürecin karşılığıdır. Kur’an-ı
Kerim’de bilginin bu şekilde verilmesinin bir nedeni, İlahi plan tarafından
yapılan her etkinin, bir tepkiye sebep olmasıdır. Bu yüzden “an” olarak ifade
edilmemiş, özellikle “gün” kelimesi kullanılmıştır. Çünkü gezegenin kendisinde yaşanan
fiziksek değişim, üzerinde yaşayan canlıların da değişmesine sebep olmaktadır.
Bu konuyla ilgili bir detay bilgisi vermemiz gerekmektedir. Buraya kadar olan
süreç Yüze ALLAH’ın arşının su üzerinde olduğu zaman dilimidir. Bu bilgi Hud
Suresi 7. Ayet içinde “O’nun arşı da su üzerine idi” olarak
verilmiş detaydır. Çünkü yaşam bu evrelerde sadece sudadır.

DÜNYANIN YARATIMINDAKİ 2 GÜN SÜRECİ


“Sonra buhar/duman halindeki göğe yöneldi de
ona ve yerküreye şöyle seslendi: “İsteyerek veya istemeyerek gelin!” Onlar da
şöyle dediler: “İsteyerek geldik!” böylece onları, iki günde yedi gök halinde takdir edip her göğe kendi iş ve oluşunu
vahyetti. Ve biz, dünya semasını kandillerle ve bir korumayla donattık. İşte
bunlar Aziz ve Âlim olanın takdiridir” Fussilet 11-12. Ayetler

Ayette verilmiş
olan “Duman halindeki göğe yöneldi” ifadesi,
Dünya’nın 1,5 milyar yıl önce geçirdiği çok önemli bir dönemin bilgisini vermektedir.
Bu “İsteyerek veya istemeyerek gelin” bilgisiyle
verilmiş, her varlığın O’ndan başlayan ve O’na dönecek olan yolculuğun
başlangıcıdır. 1,5 milyar yıl önce yoğun volkanik aktivitelerden dolayı
atmosfere pompalanan karbondioksitten dünya atmosferi, gaz ve duman olmuştur.
Bütün karbondioksit, asit yağmurlarını emmiş, bu reaksiyonların sonucunda dünya
buz ile kaplanmıştır.

Dünya atmosferi duman
ile kaplanmıştır. Yine aynı zaman dilimi olan 1,5 milyar yıl önce, tek hücreli
organizmalar birleşmeye başlayarak, hücre evrimine başlamıştır (ökaryotlar). Bu
zaman dilimi tek hücrenin birleşme emri aldığı ve O’na doğru olan yolun
başlangıcıdır. 



“Rahman arşın üstüne istiva etti.” Taha 5.
Ayet



Bu sürece kadar
arşı “su” üzerinde olan O, onun (arşın) üzerine istiva etmiştir. Yüce
ALLAH bunu ayetinde “sonra buhar/duman hâklindeki göğe yükseldi de ona ve yerküreye seslendi: “İsteyerek
veya istemeyerek gelin!” Onlar şöyle dediler: “İsteyerek geldik!” böylece
onları, iki günde yedi gök halinde takdir edip her göğe kendi iş ve oluşunu
vahyetti”
olarak vererek, bu çok önemli bilgiyi, yine tefekkür edecek olan
insanlar için buyurmuştur.

Yaratım hiç
durmaksızın anbean devam etmektedir. Hangi formda olursa olsun her yaratılmışın
O’na ihtiyacı vardır. Çünkü yolları yaratılmışların üzerine belirleyen O’dur. “Göklerde ve yerde kim varsa O’ndan ister.
O, her an yeni bir şanda, iş ve oluştadır.”(Rahman 29. Ayet)
Her gece ve
gündüz olarak ifade edilen “gün”
evrelerinde yaratım devam etmiştir.

“Yeryüzünde
her şeyi
sizin için yaratan
O’dur. Sonra göğe yönelip onu yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir.”
Bakara 29. Ayet



1,5 milyar
yıllık süreç ile ilgili detay bilgisi detay bilgisi başka ayetlerde ifade
edilmiştir. İfade edilen bilginin bu süreci kapsadığını, ayetin sonunda
verilmiş “7 gök” bilgisiyle
anlayabilirsiniz. Çünkü kronolojik gelişim diğer ayetler bilgileriyle paralel
süreçleri içine almaktadır. “Yeryüzünde
her leyi sizin için yaratan O’dur”
ifadesini açmakta yarar vardır. Çünkü “2 gün” olarak bildirilmiş zamanı ifade
eden 1,5 milyar yıllık  süreçte bu dönem
insanlarının kullanımı için yaratımı o zamandan planlanmış bazı önemli şeyler
vardır.


PETROL, KÖMÜR, PLASTİK


“Ve O ki, yerden yeşillikler çıkardı. Sonra da onu siyah atık (gusa) haline getirdi.”Ala 4-5.ayetler


Ayetin orijinal metininde verilmiş “gusa” kelimesi, çürümüş ağaç yapraklarının tortusu (çökeltisi) demektir. Bitkilerin ıslak tabakalarda çürümesi sonucu geçen milyonlarca yıllık süreçte kayalar bu tabakaları örtmüştür. Magmadan gelen sıcaklık ve onları örten kayaların basıncından dolayı ölü bitki tabakaları kömür yataklarına dönüşmüştür. Bugün kullanılan kömürler ve elektrik santrallerinde kullanılan kömür 300 milyon yıl önce ölen bitkilerden meydana gelmiştir.

Denizlerdeyse ölü balıklar ve planktonlar okyanus tabanına yığılmıştır. Milyonlarca yıl sonraki süreçte kaya tabakaları ölü canlıları gömmüş ve ısıtmıştır. Tüm bu oluşumun sonunda bugün kullanılan petrol oluşmuştur. Bugün insanoğlunun kullandığı birçok teknolojinin hammaddesinin bunlar oluşturur.

Sürekli tekrarladığımız hiçbir şeyin yok olmadığı ancak dönüştüğü ifadesi burada da kendisini göstermektedir. Ölü olarak ifade edilen bitkilerin, balıkların ve planktonların milyonlarca yıl sonra insanların işlerini kolaylaştıracak şeylere dönüşmesi ve bunların insanlar için yaratıldığının bilgisi, fıtratı üzerine yol alan her varlığın düşünmesi gereken taraftır.

1.5 milyarlık dilimi içine alan son “2 günlük” süreç içerisindeki en önemli olay, ilk organizmaların birleşerek çok hücreli evrime başlamalarıdır. Yüce ALLAH’ın “İsteyerek ya da istemeyerek gelin” komutu bunu başlatmıştır. Aslında O’nun nezdinde zaten bu an denilen bir zamanda olmuştur. Bunun içindir ki, Dünya üzerindeki yaşanılan bu sürecin sonunu “İsteyerek geldik” ifadesi, gayb bilgisiyle perçinlenmiştir. Yaşadığı âlemi algılayan bir insan bilir ki her şeyin sahibi O’dur ve her şey önünde ve sonunda O’na dönecektir.


ALLAH, tüm canlıları sudan yarattı. Onlardan kimileri karnı üzerinde yürür, kimileri iki ayak üstünde yürür, kimileri de dört ayak üstünde. ALLAH dilediğini yaratıyor, ALLAH her şeye Kadir’dir.” Nur 45.ayet


Ayet bilgisi, Enbiya 30. ayette verilmiş “Her canlı şeyi sudan oluşturduk” bilgisinin detaylandırılmıştır halidir. Dünya üzerindeki canlıların hepsinin oluşumu sudan başlamıştır. İnsan da bir canlı olduğuna göre, onun da bugünkü haline gelişi sudan başlamıştır. Organik olan her şeyin kaynağı sudur(sıvıdır). Bu O’nun değişmez yasasıdır ve bu açık bir şekilde Kur’an’da bildirilmiştir. Tekrar yazarsak, başlangıç, 1,5 milyar yıl önce “isteyerek veya istemeyerek” gelin emriyle başlamıştır.

Ayetin sahip
olduğu bilgi, henüz insanoğlunun yeni öngörebildiği, organizmaların evrime
başladıkları zaman ile aynı paralelliktedir. Bunu yanı sıra, o zamana kadar
geçen 3 milyar yılda herhangi bir hücresel değişim ve dönüşüm olmamıştır. İşte
bundandır ki ayetin bilgisi ve işaret ettiği zaman, hücresel evriminden bilinç
evrimine uzanan başlangıçtır.

Dünya üzerinde
oluşan ilk tek hücreli organizmanın içerisinde tüm canlılığı ortaya çıkaran “kaynak
kodu”
bulunmaktadır. Bu, Dünya’nın oluşumundan ve evrenin oluşumundan
önce bütün galaksilerdeki oluşumları da için alan bir koddur. İncelediğimiz
zaman her şey, maddenin en küçük yapıtaşı olan bir atomdan meydana gelmiştir
ki, her şeyin temeli odur. Bu durum sadece dünyadaki madde ve bilinç evrimi ile
sınırlı değildir. Evrenin başlangıcına kadar giden bir yazılımsal koddur.

Dünya’daki
hücresel evrimin içeriğinde de, bu kaynak koduna sahip tek hücrenin içinde,
fiziksel değişimlerle birlikte ulaşması gereken yolda (Rabbe giden yol) çevre
koşullarına uymasını sağlayacak veriler ve bilgiler mevcuttur. Bu konunun
içinde yer alan bütün evrimsel mekanizmaların hepsi varılacak nokta için
araçlardır. Bu araçlar sadece kendi içinde değil, yaşanan gezegenle birlikte
değişen ve dönüşüm gösteren durumlardır. Nitekim bu değişim ve dönüşümler
Dünya’nın değişimi ve dönüşümüne paralel olarak gelişmiştir.

De ki: “Ortak tuttuklarınız içinde,
yaratışa başlayan, sonra, yarattığını çevirip bir daha yaratan kim var?” De ki:
ALLAH! Yaratışı başlatır, sonra onu
çevirip yeniden yaratır.
O halde nasıl oluyor da başka bir yöne
döndürülüyorsunuz?” Yunus 34. Ayet



“Hiç görmediler mi, ALLAH, yaratmayı nasıl başlatıyor, sonra onu
tekrarlıyor/yeni baştan yapıyor.
Kuşkusuz, bu, ALLAH içini kolaydır. Deki:
“Yeryüzünde dolaşın da yaratılışın nasıl başladığına bir bakın. İleride ALLAH
öteki oluşmaya da vücut verecektir. ALLAH, her şeye Kadir’dir.” Ankebut 19-20.
Ayetler



Ayetlerde ifade
edilen ortak bilgi, Yüce ALLAH’ın yaratıma başlayın sonrasında yaratılmışı
tekrar alıp yarattığıdır. Yani her şey, ilk yaratılmışın tekrar yaratılarak
bugünkü duruma gelmiş halidir. Bir insan hücresel yaratımını bilmek istiyorsa,
kaç evrede bu hale getirilerek yaratıldığını düşünmek zorundadır. Konuyu
hücresel yapı olarak ayırmamızın nedeni, insanın bedenden oluşmamasından
dolayıdır. Çünkü insan bir bilinci temsil etmek için, imtihan üzerine
yaratılmış nefstir. Bundan dolayıdır ki sadece araç olarak kullandığı bedeni
kendisi sanması çok büyük yanılgıdır.

Yüce ALLAH, adı
insan olan ce bilinç evrimi yapabilen varlığı çok çeşitli aşamalarda, önceden
planlayarak yaratmıştır. Bu bir süreçtir. Olması gerektiği zaman gezegensel
değişimlerle birlikte, üzerindeki canlılar da değişime uğramıştır. Nitekim bu
Yüce ALLAH için çok kolaydır. Fakat yaratılmışın zaman algısında bu, çok uzun
süreçlerde gelişmiştir. Ayetin son kısmında verilmiş olan “Yeryüzünde dolaşın da yaratılışın nasıl başladığına bir bakın. İleride
ALLAH öteki oluşmaya da vücut verecektir”
bilgisi, bu yaratımın yeryüzünü inceleyerek
ulaşılabileceği bilgi ve ilim zamanını bildirmektedir. Nitekim bu zaman,
şimdiki yaşanılan bu zaman dilimidir.



Düşünmek kulun farzıdır.